Birgün geldiğimiz yere
tekrar yalnız başımıza dönecek,
Ve arkamızdan, nereye gidiyorsun diye
Ağlayanlarımız, bir başkasına gönül verecek
Olduktan sonra neylersin
Bu hayatın toprağını,
Suyunu, havasını !
Lütfundan çok kahrına,
Sevgisinden çok ızdırabına,
Tebessümünden çok göz yaşına
Bağlı kaldığımız,
Bu ömür masalının yollarında,
Bir çakıl taşı gibi sert,
Kuru bir çınar yaprağı kadar zavallı !
Bu ömür çölünün boşluğunda,
Bir bulut parçası gibi dumanlı,
Bir yıldız kadar parlak !
Gene bu ömrün göz kamaştıran
Koskocaman denizinde,
Bir volkan kadar mağrur,
Bir balık gibi yalnız kaldıktan,
Ezilmeye, silinmeye mahkum olduktan
Sonra, neylersin bu hayatın
Mavisini, yeşilini !
Yağmurun arkasından
Tepelerin üzerinde beliren
Ve gözlerimizi uzaktan kamaştıran
Ebem kuşağındaki iç açıcı sadetini.
Anadolu hisarının
Seyrine doyamadığımız
ılık, sisli sabahlarının
Avuçlarımıza ıslaklığını bıraktığı
sihirli bahçalerini
Neylersin, nasıl terkedersin
Vaniköyde kendimizi
Göğü ile denizi arasındaki
Aydınlığında unuttuğumuz mehtabını,
Boğaziçini bir kurşun kase haline getiren
Ve denizin büyülü sathında parıltılar yapan
güneşin ilk ışığını,
Pembeden eflatuna,
Eflatundan, kırmızıya kaçan,
Gökyüzünü baştan başa tutuşturan,
Güneşin son aydınlığındaki ölgünlüğü,
Ve nihayet demli çayı ile Mirgünü
Neylersin, nasıl terkedersin ?
Bakmaz gözünün yaşına,
Sormaz bu güzel diyarda
Seni hayata bağlayan
hatıralar varmı yokmu diye,
Bir defa eşiğine
gelmeye görsün ölüm !
Ayrılığın teessüründen çözülmüşüm.
O zaman neylersin, nasıl terkedersin diye
Kapılmaya vakit bulmadan bir teselliye
Başlar yolculuk sükun diyarındaki selviliklere