Sen ey gurur-ı beşer, ey tahakküm-i gaddar,
Sen ey siyaset-i masruadan doğan efkâr!
Sen ey hurafe-i edyân u şirk-i milliyyet,
Dimağ u kalb-i beşerde onulmayan illet!
Sen ey fesane-i emmare, münzelât-ı zunûn,
Akâid-i mütecennin, sahâif-i pür hun!
Sen, ey feza-yı garazdan inen kevâkib-i şer,
Pıranga-bend-i dalâlin olan şu tavk-ı beşer!
Evet, rivayet-i zu’munca altı bin senedir,
Demir düğümlerin altında zâr u gürsinedir.
Maâbidin gibi dâr-üs-sına’a-i ifsâd,
Dem-i cinayeti Habil’le Kabil’e isnad.
Eden ve hakk-ı veraset güden şu insanlar
Ki gayz u kinine şahit minareler, çanlar.
Birinde bang-i Muhammed, birinde savt-ı Yesû
Bela-yı kizb ü cehaletle kubbeler meşbu
Uçar ukab-ı menâhî feza-yı kizbinde,
Ne hacleler satılır, bu durulmayan dinde.
Haham, papaz, hoca cürmün birer nigehbâmdır,
Erâzilin bu maâbid gedikli dükkânıdır.
Kiminde turfa belası, kiminde nâr-ı haram,
Zavallı muterifinse geçirdiği âlâm.
Diyanetin bu koğuklarda gümrüğü alınır,
Yalanla safvet-i aşka ne darbeler çalınır.
Girer peri-i zekâ bu karanlığın içine,
Görür bekâret-i Meryem, güler iken piçine.
Çocuk anayla semavi bir aşk-ı müstetire
Delil olursa pederlik de hâle-i bedre.
Kalır ki mantığa, fenne teması kaldırsak
Sızar huveyne-i Kuşu/’şu resmi bir sıksak.
Değil mi ismet-i Meryem Yesû’a bir ideal,
Olur bu hikmet-i Teslise en celi timsal.
Gel ey zekâ-yı beşer sen şu şi’r-i aşka sokul,
Bu nur u sicn-i bekâret, fakat bugün bir dul.
Damarlarında seyahat eden hayal-i garâm,
Samim-i kalbine bir gönce eylemiş ikram.
Masalcı bir karı varmış bekâret isminde,
O sırdaşı imiş aşkın hadâset-i sinde.
Ziya-yı raşe-i vahdet o burca dikmiş tuğ,
Terennüm etmiş o demde heman rebab-ı büluğ.
Netice Yusuf u Neccâr Meryem’e dayamış
Bu şi’re din demiş, İsa hayal ile boyamış!
Fakat bu din, bu görünmez sihirli istihkâm
Ki her nefeste bir işkence âletiyle zalâm,
Saçar, bulandırır aşkın meal-i nükhetini
Kırar kebûter-i aşkın per-i meveddetini.
Şikeste-per dolaşan şu benât-ı Havva’dan
Sorun mecelle-i aşkın mealini bir an.
Sorun ki lirinin evtârı inlesin bir dem,
Terennüm eylesin uşşâka sine-i Meryeml
Kadın, bu genc-i serâir, hazain-T melekût,
Bu nur-ı mâye-i şefkat, bedîa-i lâhut,
Mukaddes addedilen enbiyanın annesidir.
Rebâb-aşka gerilmiş telin teranesidir.
Kitab-ı hilkatin uzvî şerefli matbaası,
Mehâsin-i beşerinse meali, şaşaası.
Cennetin kapısından kovulma bühtanı,
Bu iftira-yı musanna, bu Cidde destanı,
Deha-yı hâzıra karşı bu iftira lekedir,
Bu ilm-i hâl-i fazâyih, şebaba tehlikedir.
Hücuma erkek olanlar düşünmeden girmiş,
Kadınlığı siper-i intikama indirmiş.
Esir olunca kadınlık nikâha bağlanmış,
Müzeyyenâta da bakmış, tel örgüdür sanmış.
Değil mi ya? İpek, altın saadetin temeli?
Kadınlığın bu kelepçe içinde kalmış eli.
Kadın elindeki kirmiş bir erkeğin dince,
Bu kir çıkarmış elinden boşarsa fikrince.
Muhakkar olduğunu dinden eyliyor talim,
Şu ayete bakınız: “İtine keydekünne azîm.”
Şu altı bin senedir izdivacı tanzime,
Muvaffak olmayan ezhan değer mi tazime?
Peki, bu halde kadın kim olur tefekkür edin:
Benim evimde karım şu, esire bir hain!
Bir izdivac-ı musannayla def’-i şehvet için,
Şu zen muhayyer alınmış senin elinde geçin.
Hakaret et, boşa, döv, söv, elindedir dizgin,
Bu kısrağın damarında fakat siyah bir kin,
Gezer, durur, uyumaz ha, bütün gece dolaşır,
Bu intikamı kadınlık damarlarında taşır.
Sebep şu, Âdem’i cennette aldatan Havva;
Senin karın, sana burda ne işlemez acaba?
Netice şu: Karı ba’dennikâh ölünceye dek
Sever, sevilmeyi ister tabiaten bî-şek.
Nikâh, onun nazarında berây-ı ref’-i günah
Muvâzaa gibi bir şey,… iş kucakta penah.
Değil midir şu netice hakikatin güneşi,
Sevişmenin tarafeyni görür, bulur bu işi.
Evet, o gayz u cehalet ocaklarında zekâ,
Muhakeme eritilmiş mükerreren, hâlâ
O din belası taassup, şu şirk-i milliyet,
Döküldüğü kalıbın ananâtmı elbet
Eder muhafaza çünkü fazâili tahnit
Eden maâbid-i muzlim, sefil, kanlı muhit.
Mecelleler, avukatlar, yalancı şahitler,
Bugün, yarın sonu gelmez üzüntü gel gitler.
Kovulmalarla hakaret, pırangalar, mahbes,
“Ya sus, ya öldürürüm ha! ” Bilinmeyen bir ses.
Ceza-yı hükm-i tagallüb döver de ağlatmaz,
Büyüklerin sözü, darb-ı meseldir â! Batmaz.
Karın güzelse başında bela-yı mübremdir,
İmam, hoca, iki şahit, görünme mahremdir
Emir verildi, şeriat bu, laf değil, bana bak,
Karım deyip de sokulma, uzak dur ondan, uzak!
“Zavallı kız, kurumuş be,” deyince birden imam,
Hücum-ı ra’şe-i teflîc, sar’avî evham
Sarar dimağını bî-çare, bî-haber, bî-kes
Donar kalır, “İmam haklı” mealini her ses,
Derin kanaat u imanla, aşk u vicdanla,
Bu cümle hep bir ağızdan çıkar, düşün, anla!
İkinci günde talâk-ı selâse dalgaları,
Kulakların dolaşır sahilinde, karı.
Muhakeme edemez, bir hacâlet-i dini
İçinde kalmış o aciz, şu seng-i telini
Kimin vücuduna atsın, ne semte fırlatsın?
Tanınmayan bir adamla, evet, nasıl yatsın?
Evet, bu emr-i şeriat, bu hülle olmak için.
Şakırtısında da vazıh hukuk arar bir din.
Gelince rüşvete, kizbe kılıncı keskindir,
Meşîhatin kapısından berây-ı hak bir gir!
Hudâ düşürmesin erbab-ı iffeti oraya,
O yerde hakkını almaz güvenmeyen paraya!
Cahîm-i zillete düşmüş olan şu çifte şebab,
Per-i meveddeti kırmak şeriaten icab.
Ederse aşk u muhabbet bu yerde aciz mi?
Değil, fakat para lazım, bu ruhu haiz mi?
Esas aşk u muhabbet güzel, fakat din var,
Bütün batâat-i hülle, bu hangi kalbe sığar?
Yutulmaz a, bunu biz bir yoluyla sordursak
Peri-i aşkı kadınla buluşturup da uzak
Durup da seyre koyulsak, hayale resm-i geçit,
Vazifesi düşecek olsa, intihabı baît
Olan ufukların altından önce kalbinde
Arar da hülle’yi fikren sevimli bir zinde
Ateşli kolların aguş-ı vuslatında bulur,
Mukaddesat-ı maâbid yanar, düşer, kül olur.
Mükevvenata mahabbet, beşerle yek-rengî.
İnan, bu birliğe terk et fazâyih-i şirki.