kurabilseydi bebek, yıkılan Halepçe’yi
kırabilirdi hayal bu memnu kelepçeyi
çiçekli bir hânüman gördügünde, yâd olan
içinde tebessümler biriktirip, sâd olan
narin parmaklarıyla dokunsaydı yarama
bir damla su koyardı çatlayan matarama
vakitlerden geceyi sevdigini söyleyen
yalanı kapısından kovdugunu söyleyen
gitti bilmedigimiz günlerin ötesine
günler ki, gün ısıgı kalmadı ertesine
ey civan gölgesinden göklere bakan kapı
buzlayan bir âlemde kendini yakan kapı
senin de, benim gibi girizgâh oldugun yer
O’nun avuçlarında Ayine-i Iskender
yine âh mı sızıyor peltelesen dilinden
gözlerin mi damlıyor sararmıs mendilinden
O, Kızıl Adalar’dan kusatandır “ay”ımı
Yedikule önünde yıkandır sarayımı
saçları en hülâsa serhidir karanlıgın
senin de mi tarihe gömüldü tiranlıgın
geri gelecek diye, yollara bakıyorsun
titreyince, Nef’î’den hicivler okuyorsun
oysa ben, bir yangının kalbine yürüyorum
ruhunda, kaybettigim cevheri arıyorum
her solukta ömrümü çürütse de bin cefâ
gülüme sitem bile edemedim bir defa
ey baharı beklerken sararıp solan kapı
yemyesil bir bahçede ihtiyar olan kapı