I
Renkli camlardan içeri giren gün,
İç ürperten raksı ölümsüzlüğün;
Kuytulaşan minber, eriyen nakıs,
İnce serin bir an boyunca akis,
Sadelikte buluş, günü, güzeli.
Öpülmez mi yeşili sunan eli,
Bir şekil, ışık ve renk ustasının
Onulmaz derdine bir şerbet diye?
Öpülmez mi menevişli maviye
Kurnalık eden bir göz öpülmez mi?
II
Adalardan mermer taşıyan gemi,
Giriverse yine bir Haliç’e,
Taze cam kokusu dolarken içe,
Yine Allah’a doğru, birer birer
Yeşererek yönelse minareler.
Yine tazelenir, pişerken cini,
Esik yapsalar Ada mermerini,
Biraz sonsuzluğa, biraz Tanrı’ya
Bir kapı açılır, yarıyaysa
Güler bir yüz yine uzak, derinden,
Mavi sesler gelir o gök şehrinden.
III
O ne katkısız, ne ince sanatmış
Ki tasa en tatlı yuvarlaklığı,
Çiniye bir yeşil göz berraklığı
Verirken nura renk, renge nur katmış!
Ve bu renk bayramı, nur şenliğinde,
Bu ebedi aksam serinliğinde
Duyulan heybete bir huzur katmış!
Cini göz alan iç, mermer donuk diş!
Göz alan iç, donuk dışla beraber,
Esiğini, o gök denen fanusun,
O bir uzak, sonsuz, hür okyanusun
Yoluna benziyen yolu arayış.
Burada, unutmak ve unutulmak,
Burada, bir ince derde tutulmak,
Ruh serbest burada, fani ölümsüz,
Tasasız iç, duru bakış, nurlu yüz,
Ayırt edilmeyen günle gece,
Burada çözülemeyen bilmece;
Burada, ferahlık içinde gülen,
İç ateşi, göz nuruyla çizilen
Öz şiirin, temiz aşkın gerçeği:
Nar, nergis, karanfil, erik çiçeği,
Bal sarisi, beyaz, çimen yeşili
Mavinin konuşan sıcacık dili.
Pembe kabuğundan soyunan soğan,
Bakışların dinlendiği erguvan,
Badem çiçekleri, kızıl laleler,
Işık kemeri kuran şelaleler
Bir iç açan şarki dallar boyunca
Ve rengi her an tazelenen gonca.
IV
Zihin gökyüzünde, gönül sevinçte,
Esenliğin hüküm sürdüğü içte
Yeşerirken sırrı bir mucizenin,
Cami eşiğinde dize gelmenin
Varamaz zevkine asla ham sofu.
Ruhun en fakiri, içi en kofu
Bile zengin, hoşnut döner oradan.
Döner gibi kutsal bir maceradan.
Bir yoldur sanki her cami eşiği,
Göklere acılan rahat ve iyi.
Bir yol üstünden bulutlar geçer.
Bir ucu toprakta ve öbür ucu
Kaçıncı katında kim bilir göğün?
Bu yoldan, bu yoldan günde beş öğün
Tanrı’ya şükreden insanlar geçer:
Kimi arzulardan silkinmiş, temiz,
Güvercinler gibi, rüyada, sessiz,
İnsanlar, insanlar, birer ikişer…
V
Çirkinin hoş göründüğü mahşer
Yerine döndüğü bir anda için,
Ne sihirli seccade, ne güvercin,
Uçamaz bu yolda ruh gibi.
Ruh, o hür mesafenin galibi,
Ele avuca sığmayan hafiflik.
Meçhul buutlar arasında mekik
Dokuyan kus; her günahkar bedenin,
Aydınlıkta yolunu kaybedenin,
Belki güne, belki kıbleye doğru,
Sevki yüzlere vuran şeye doğru
Vakitli vakitsiz açtığı yelken.
Gök duru, iç rahat ve her şey güzelken
Ve en hoş yerindeyken yolculuğun,
Bir sabırsız, titrek, ince soluğun
Kararttığı canım ömür çırası,
Ruhun bir anda değişen mecrası
Ve akmağa başlayışı rasgele.
Mesafe dediğin gelir mi ele?
Vurur mu açığa derinliğini,
Hiç güneş görmeyen canavar ini?
Benim bildiğimse o soğuk alev,
O her gece şehre inen sinsi dev,
Karaya oturan kapkara bulut,
Karanlık… Gözlere dolan ince kum,
Günahlara çanak tutan uçurum
Pek sermez sırrını gün ışığına.
Bir gül dalına, dağ sarmaşığına
Yürüyen öz suya dönen ruh bile,
El yordamı, iç güdümü, nafile
Bulamaz yolunu ferah göklerin.
Gökler… O rengi övüleceklerin
İlki gökler… Cini döşeli tavan!
Ey gölgesinde gözlerini ovan!
Öyle, durduğuna bakma onun.
Onun, gün ortası, insanoğlunun
Başucunda pırıl pırıl parlayan,
Bir içi güzelliğini tekrarlayan
Cami kubbesinden pek farkı yoktur
Bir dua, bir ezan, bir şarki yoktur
Ki, bu kubbede durulmamış olsun,
Sonunda ALLAH´ı bulmamış olsun.