Her şey tehdit ediyor bizi:
zaman canlı kırıntılarda ayırır gibi
geleceğimle
şu anda olduğum şeyi,
palayla yılan gibi;
bilinç, berrak, dolanır durur bir o yana bir öte yana,
bakış körleşmiş kendi dikbakışına bakmaktan;
sözcükler, gri eldivenler, beyintozu çimlerin üstünde,
suda ve deride;
adlarımız, Sen ve Ben arasında dolaşır,
çökertemez boşluğun duvarlarını hiç bir trombon.
Ne parçalanmış resimlerinin köyüyle düş
ne de yalvaçsı köpüğüyle sayıklayış
ne de dişleri ve pençeleriyle sevgi yeterli bize.
Kendi ötemizde, olmak ile bir yerde olmak arasındaki sınırda
çağırır bizi hayattan daha canlı bir hayat.
Soluk alır dışarda gece ve yayar kendini,
kocaman sıcak yapraklarıyla sarhoş,
birbirleriyle savaşan aynalarla:
yemişlerle, pencelerle, gözlerle, yapraklarla,
parıldayan sırtlarla,
başka gövdelerin arasından kendine yol açan gövdelerle.
Uzan buraya bütün bu köpüğün kıyısına,
kendini bırakırcasına, bilinçsiz, bütün bu hayatın kıyısına;
yayıl, ey soluk alan beyazlık,
bırak işiteyim yürek çırpınışını, ey dağılmış yıldız,
ah sen çam, ah şafağın kıyısına doğru
teraziden ağır gelen ekmek,
sen bu zamanla sınırsız başka bir zaman arasındaki kanın molası.
Octavio Paz
Türkçe’ye çeviren: İsmail Aksoy