Bunları da Okuyun

    Sen Varsın Orda Şiiri – Aşık Veysel Şatıroğlu

    29 Aralık 2021

    Yar Yüreğim Yar Şiiri – Yunus Emre

    29 Aralık 2021

    Şiiristan Şiiri – Ümit Yaşar Oğuzcan

    28 Aralık 2021

    Sular Akar Ağ Irmaktan Şiiri – Karacaoğlan

    29 Aralık 2021

    Bir Ay Gördüm Bu Gece Şiiri – Yunus Emre

    29 Aralık 2021

    Kırmızı Açlık Şiiri – Rene Char

    29 Aralık 2021

    Güzelsiz Yaylaya Konup Göçülmez Şiiri – Karacaoğlan

    29 Aralık 2021

    Kuzu Şiiri – William Blake

    29 Aralık 2021

    Dağ Köyü Şiiri – Ceyhun Atuf Kansu

    29 Aralık 2021

    Âgâz-ı Gazeliyyât 34 Şiiri – Agah

    29 Aralık 2021
    Facebook Twitter Instagram
    Facebook Twitter Instagram
    Şiirhane
    • Anasayfa
    • Dönemler
      • Cumhuriyet Dönemi
      • Yedi Meşaleciler
      • Fecr-i Ati Topluluğu
      • Garipçiler (1. Yeni)
      • Halk Edebiyatı
      • İkinci Yeniciler
      • Milli Edebiyat
      • Öz (Saf) Şiir Dönemi
      • Tanzimat Edebiyatı (1. Dönem)
      • Tanzimat Edebiyatı (2. Dönem)
      • Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
      • Toplumcu Gerçekçi Şiir Dönemi
      • Servet-i Fünun Edebiyatı
    • Yabancı Şairler
    • Rastgele Şiir
    • İletişim
    Şiirhane
    Anasayfa»Dönemler»Garipçiler (Birinci Yeni)»Orhan Veli Kanık»Öykü Şiiri – Orhan Veli Kanık

    Öykü Şiiri – Orhan Veli Kanık

    Orhan Veli Kanık- Orhan Veli Kanık
    Telegram VKontakte Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaşın
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    İşsizlik kötü şey vesselam. İşsizliğin kötü olduğunu da yalnız aç kaldığım zamanlar, düşünüyorum. Can sıkıntısından bunaldığım sıralarda da düşünsem ya. Olmuyor. Bu bahçeye de hep böyle zamanlarımda gelirim. Neden acaba? Etraftakilerin de çoğu işsiz.

    Bu bahçe sadece kaderleri bu yolda ortak olanları mı çekiyor dersiniz. Olabilir. Vakit öğleyi geçiyor. Açlıktan bahsettim ama pek de aç değilim. Bununla beraber, neden bilmem, etrafımdakilerden utanıyorum. Herkesin yemeğe gittiği bir saatte benim, parasız pulsuz buralarda dolaşmam bir suçmuş gibi geliyor bana. Boş sıralardan birine oturdum; düşünmeye başladım. Bereket versin sigaram var. O da olmasa felaket.

    Bilmem ne dağındaki petrol arama kampında bir iş teklifi etmişlerdi. Gitseydim kötü mü olurdu sanki. Enayilik işte, parayla pulla değil ki. Bir odam olurdu, hiç olmazsa; ev kirası düşünmezdim. Sabahları acı kahvemi içebilir, öğle, akşam yemeklerini kampın tabldotundan yiyebilirdim. Tabldotu düşünür düşünmez karnım guruldamaya başladı, demek acıkmıştım. Şu yemek denilen şey de tuhaf bir şey. İnsanlar neler icat etmişler! Düpedüz ot yemek, yahut çiğ çiğ et yemek dururken, neler çıkarmışlar ortaya! Balığı denizden tutacaksın. Başka çeşidi olursa olmaz, levrek olacak. Ateşi yakacaksın, suyu kaynatacaksın, levreği içine atacaksın, haşlandıktan sonra çıkaracaksın, bir tabağa koyacaksın, soğutacaksın, başka bir kabın içine tavuktan çıkan yumurtayı kıracaksın, başlayacaksın çalkalamaya, yumurta hep aynı tarafa doğru çalkalanacak, bir yandan ince ince zeytinyağı dökeceksin, zeytinyağı iplik gibi dökülecek. Zeytinyağının da hikâyesi ayrı Zeytini daldan koparacaksın, ezeceksin, yağını alacaksın. Mutlaka zeytin olacak. Fındık olsa olmaz, susam olsa olmaz, pamuk olsa olmaz, zeytin. Zeytinyağı iplik gibi dökülecek. Yumurtayla zeytinyağı kıvamını bulunca bir kaşıkla onu soğumuş levreğin üstüne gezdireceksin. Oldu mu sana mayonezli levrek? Kim bilir belki de olmadı. Olmazsa olmasın, ahçı değilim ya.

    Mayonezli levreğin de ne hoş bir kokusu vardır! Acı cevize benzer. Lezzetle kokunun birbirine benzediğini de ilk defa düşünüyorum. Hem, birader, nene lâzım senin mayonezli levrek? Onu düşüneceğine ekmek düşünsene! Oh, canım ekmek! Sıcak ekmek! Taze ekmek! Yeni çıkarken ne güzel kokar fırınların önü! Fırından yeni çıkmış ekmek ne güzel yakar insanın elini!

    Evet, petrol kampına gitmeliydim. Gerçi şehirden, tanıdıklardan uzak kalacaktım. Ama ne çıkar? Orada da ahbaplar bulamaz mıydım? Bir petrol kampında ne gibi ahbaplar bulunabilir, şimdi de onu düşünüyorum. Mesela Amerikalı bir mühendis bulunabilir. Mesela Teksaslıdır. Macera dolu bir hayatı vardır. Kimse bilmez. Jeoloji kaidelerine göre bir yerde petrol damarına rastlamak gerekir; araştırmalara girişilir; yıllarca uğraşılır, bir şey çıkmaz; petrol, yüzyıllarca evvel, oradan kaçmış; başka yere gitmiştir. Buna karşılık hiç umulmadık bir yerden de günün birinde petrol çıkıverir. İnsan bütün ömrünü bir hayal peşinde tüketebilir yahut bir anda zengin olabilir. Petrol, büyük bir at yarışıdır. Macera işidir, kumar işidir. Hayatı macerayla dolu Teksaslı da bir kumarbazdır. İhtimal içki de içer. İçki ile kumara fazla düşkün insanların karıları biraz uçarı olur. İhtimal… Neyse, geçelim bunları. Ağzı biraz içki kokan, tütün kokan, günün birinde bir kumar masasından milyonlar vurarak kalkacak bir erkeğin de, bir kadın için; çekici tarafı yok mu? Ama Teksaslı kimden vuracak milyonu? Bizden mi? Kondu öyleyse yağlı kuyruğa. “Ulan, a kerata! Kumar düşüneceğine karnını doyur! ” dese haksız mı?

    Bir kundura, boyacısı geldi, gözü ayakkaplarımda, “boyayalım, beyim! ” dedi. “Eşşoğlu eşek! Ben şimdi boya mı düşünüyorum? Çek bakalım arabanı şuradan” diyecektim, diyemedim. Kibarlığım bırakmadı. “Hayır, kardeşim, istemez” diye tatlıya bağladım.

    İhtimal başka ahbaplar da bulurdum petrol kampında. Mesela, yaşlı bir muhasebeci. Biraz alaturka, biraz ehlikeyf, hayvan meraklısı bir adam. Mesela, kedi besler. Kedisinin bir adı vardır. Mesela, Pamuk. Ya kendi adı? Kendi adı Ethem Bey olmalı. Ethem Bey’in aksine pek alafranga bir de genç bulunmalı kampta. Mevkii şef olmalı. İngilizce bilmeli. Ethem Bey’e inat, Erdoğan köpek beslemeli. Erdoğan da kim? Ha! Erdoğan da işte o gencin adı. Köpeğinin de bir adı olmalı. Ne olmalı? Ethem Bey’e inat, alafranga bir isim. Mesela Robinson. Gerçi petrol kampından deniz görünmez. Ama ne çıkar, köpeğin adı Robinson olsun.

    Erdoğan biraz şiirle uğraşmalı. Yazmamalı da konuşmalı. Ara sıra mısralar okumalı. Ne iyi olurdu! Onunla hep şiirden söz açardık. O, ihtimal, giyimi kuşamıyla modern bir genç olmasına rağmen, kafasıyla bir hayli eski olacaktı. Mesela, şair olarak Haşim’i severdi. Hatta Haşim’i sevmeyi bir ilerilik bile sayabilirdi. O bana “Şiirle maddenin bağdaşmayacağını, şiirin görünmez parmakların içimizdeki tellerden çıkardığı ilahi nağmeler olduğunu” söylerdi. Zavallı ben, bu sözlerle ne demek istediğini sormaya bile cesaret edemezdim. Onun inancını sarsmaya gücüm yetmezdi ki. Ama ne olursa olsun, bütün softalar gibi, bu delikanlının da sevimli tarafları olabilirdi. Kendisini öğrendiklerinden geçirmeye gücüm yetmeyeceğini bildiğim halde onunla şiir tartışmalarına tutulmaktan da alamazdım. Benim şair Orhan Veli olduğumu da herhalde öğrenmemeliydi. Gözünden fena düşerdim yoksa. Hatta aleyhimde atıp, tuttuğunu bile duysam kendimi tanıtmamalıydım. Varsın o rahat konuşsun. Desin ki Orhan Veli mi? Onlar da mı şair? Bırak şu hopstilleri Allahaşkına! Bu türlü maskaralıklar Avrupa’da çoktan geçti. Yazsalar ya vezinli, kâfiyeli, doğru dürüst şiir. Yazsalar ya! Sıkı mı? Yazamayınca ne yapacaklar? Tabii böyle bin bir şaklabanlıkla nazarı dikkati celbetmeye çalışacaklar. Kolay iş bunlar, kardeşim, kolay iş. Hâlbuki sanat o kadar kolay değil.” Varsın söylesin Erdoğan. Söylesin. Boşaltsın içini. Tutup ona şiir nazariyeleri döktürecek değilim ya. Hem ne işe yarar zaten? Karşı gelebilir miyim peşin hükümlere?

    Önümden, temiz pak giyinmiş bir kızla, kılpıranga kızıl çengi bir delikanlı geçiyor. Ellerinde küçük bir kesekâğıdı var. Şamfıstığı yiyorlar. Öğle vakti şamfıstığı! Ekmek yiyin be, ekmek! Şamfıstığının sırası mı şimdi?

    Odamız, yaz günleri, çinkodan damın altında yanar durur. Havada bir petrol kokusu vardır. Akşamüzerleri, kulelerde çalışan işçilerin gündeliklerini dağıtırım. Gün battıktan sonra ortalık biraz serinler. Külrengi dağlara karşı düşüncelere dalmak hoş olabilir. Geceleri portatif karyolamda huzur içinde yatarım. Sabahları Şehmus’un beyaz dişli kızı Meryemke süt getirir. Kirli çamaşırlar varsa alıp yıkamaya götürür. Aylarca kadınsız yaşamışızdır. Meryemke’nin göğsüne, kalçalarına baktıkça aklımdan kötü kötü şeyler geçer. Ama tutarım kendimi. Tutarım, elimden bir kaza çıkmasın diye.

    Ara sıra vilayet merkezinden kamyon gelir. Kamyoncuya mektup sorarız; “yok! ” der. “İyi su geldi mi? ” deriz, “Gelmedi! ” der. İshal oluruz. İlaç ısmarlarız. İlaç gelinceye kadar iyileşemeyiz. Apteshaneler, bir hayli uzaktadır. Koşup apteshaneye gitmek bir meseledir. Onun için odalarda oturak bulundururuz. Ben Erdoğan’la aynı odada yatarım. Akşamları ya kâğıt oynarız, ya şiirden bahsederiz. O yine Haşim’i tutturur. Ben kabul etmek istemem; o kızar. “Haşim, Haşim! ” derken birdenbire karnı ağrımaya başlar. Oturduğu yerden “oturak” diye bağırarak dar atar kendini. Telaştan yüzü mosmor kesilmiştir. Karyolanın altından oturağı çeker; oturur üstüne. Yüzüne hemen bir sükûnet gelir. Rahatlar. Biraz evvelki karın ağrısını bir anda unutur. Gözleri, uzak bir noktada, dalgın, düşünür. Sonra bana döner; bütün fikirlerini özetleyen bir mısra mırıldanır;

    “Melâli anlamayan nesle âşina değiliz.”

    Oturduğum sıradan kalktım. Bahçe biraz daha kalabalıklaşmıştı. Başkalarının oturduğu sıraların önünden geçerek kapıya doğru yürüdüm. Herkes başka bir şey konuşuyor. Her önünden geçtiğim insanın söylediklerine kulak misafiri oluyorum. Söylenenlerin pek azını duyabiliyorum. Biri şey diyor “… Ben, diyor, malımı bilirim. Onun yiyeceği halt…” Geçiyorum. Yaklaştığım sıradan başka kelimeler duyuyorum “… tayin emri imzadan çıkıncaya kadar biçare…” Geçiyorum. Her geçtiğim sıradan kulağımda birkaç kelime kalıyor. Bir filmi orta yerinden ve gözlerim kapalı seyreder gibiyim “… Sultan Hamit devri daha iyi imiş…” “…ceketi tersyüz ettirmeden önce bizim birader…” “… kadar döviz getirir. Vakıa hariciyede…” “… ikinci penaltı haksızdı ama…” “… burada da sivil memurlar ürkütmeden sayılmıyor…” “… yemek üstüne hazmettirir…”

    Burnuma esaslı bir et kokusu geldi. Hayal filan değil, sahici kokuydu. Bir yerde köfte filan kızartılıyordu herhalde. Birden, sesleri duymaz oldum. Sağa sola bakınmaya başladım. Bu kokunun bir de dumanı olacaktı elbet.

    (Yaprak, Sayı 11, 1949)

    Orhan Veli Kanık şiirleri Öykü Şiiri - Orhan Veli Kanık Öykü Şiiri - Orhan Veli Kanık şiiri
    Paylaşın Telegram VKontakte Facebook Twitter Tumblr WhatsApp

    Yazarın Diğer Şiirleri

    Sakın Şaşırma Şiiri – Orhan Veli Kanık

    Güzel Havalar Şiiri – Orhan Veli Kanık

    Orhan Veli’den Nahit Hanım’a Şiiri – Orhan Veli Kanık

    Ben Ne Zaman Şiiri – Orhan Veli Kanık

    İçerde Şiiri – Orhan Veli Kanık

    Kumrulu Şiir Şiiri – Orhan Veli Kanık

    Bunları da Okuyun

    Akşamın Kurgusu Şiiri – Afşar Timuçin

    29 Aralık 2021

    Gecikmiş Borç Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    28 Aralık 2021

    Savrulup Dururken Hayat Şiiri – Ahmet Telli

    28 Aralık 2021

    Kadınlar Çıkmazı Şiiri – Ahmet Oktay

    21 Mart 2022
    Bizi Takip Edin
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    Çok Okunanlar
    Ümit Yaşar Oğuzcan

    Bekleyen Şiiri – Ümit Yaşar Oğuzcan

    Ümit Yaşar Oğuzcan

    Hangi yalnızlıktır iten seni bu sığ sulara Hangi şekilsiz gerçek bağlayan ellerini Kattığın bir acı…

    Çalın Kılıncı (Ay Yansın Ağalar) Şiiri – Köroğlu

    29 Aralık 2021

    Hele Bir Yol Sefa Geldin Desene Şiiri – Pir Sultan Abdal

    29 Aralık 2021

    Röportaj – 2 (hökümet Bilir) Şiiri – Abdurrahim Karakoç

    28 Aralık 2021
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Şiirsiz kalmayın!

    İletişim: [email protected]

    Şiirler

    Allah Allah Desem Kalksam Yürüsem Şiiri – Pir Sultan Abdal

    29 Aralık 2021

    Gönül Gurbet Ele Çıkma Şiiri – Erzurumlu Emrah

    29 Aralık 2021

    Unutulmuş Bir Akşam Türküsü Şiiri – Adnan Yücel

    29 Aralık 2021
    Etiketler
    Pir Sultan Abdal şiirleri Ruhsati şiirleri Abdurrahim Karakoç şiirleri Agah şiirleri Ahmet Selçuk İlkan şiirleri Necip Fazıl Kısakürek şiirleri Karacaoğlan şiirleri Aziz Mahmud Hüdayi şiirleri
    Facebook Twitter Instagram
    • Anasayfa
    • İletişim
    © 2025 Şiirhane.
    Tüm hakları edebiyatın birbirinden kıymetli şairlerine aittir.

    Aradığınız şair veya şiirden birkaç kelime yazın.