Sekiz yaşındayken getirip manastıra
papazlara teslim etmiş babası onu.
Şam’a gidip geleceğini söylemiş.
Hatırlayan kalmamış artık nedenini,
ne zaman olduğunu. Tek bildikleri,
savaş yıllarıymış, zorlu yıllarmış,
kol geziyormuş ölüm buralarda.
“Sen biraz dur,” demiş babası ona,
“bir yere gitme, bekle beni, geleceğim.
Bu sakallı iyi amcalar bakacak sana.”
Sessiz sakin bir çocukmuş, usluymuş,
“Tamam,” demiş, “gitmem, beklerim.”
Ve beklemiş.
Aylar ve yıllar ve onyıllar boyunca
hiç kuşku duymadan beklemiş.
“Babam beni almaya gelecek.
Onu bekliyorum” demiş soranlara.
Her sabah bir mazgala tırmanıp
ovanın ötesinden ufku gözlemiş.
Çıkmamış hiç duvarların dışına.
Hiçbir şey yapmamış,
İncil okumaktan başka.
Hiçbir şey öğrenmemiş,
dua etmek dışında.
Durdurmuş zamanı.
Ara vermiş yaşamaya.
Geldiğinde babası,
bıraktığı yerden
devam etmek için hayatına.
Zaman dikkate almamış ama,
her şeyi durdurma kararını,
sevgiye güvenme inadını.
Yaşı doksanı çoktan geçmiş.
Bir daha göremeyecek babasını.