Ben ki, dipsiz deryâmı yudumlayan adayım,
Bin ağıttan süzülen o tek bir damladayım…
Ruhumda kâinatı nokta eden yüce sır,
Gönlümün aynasından âmâ gözüme yansır…
Dünyanın ortasına dikilmiş bir direğim,
Göğsümde bir tay gibi bukağılı yüreğim…
Çiğnendikçe özümde çoğalırım ard arda,
Eşiğim sonsuzluğa açılan kapılarda…
Altında duran benim nedamet taşlarının,
Ellerim kanadıdır Ebabil kuşlarının…
Ruhumu hallaç gibi savurur Sûr’un sesi,
Hançer gibi bağrımda uyur Mansûr’un sesi…
Gecenin aynasında karardıkça beyazım;
Bir hatt-ı selis gibi belirir alın yazım…
Işığı sunmak için boyun büken mum gibi,
Çölleri denizlere düğmeleyen kum gibi;
Yandı ve yağdı çöle çileyi çözen çile.
Zerreye zerre oldum hep küçüle küçüle…
Uludu benliğimi arkamdaki güruhum,
Kapladı kâinatı ben küçüldükçe ruhum…
Gönlümde kerrelere katladıkça kerreyi;
Anladım her zerremde devreden bin kürreyi…
O kadar küçüldüm ki, bu söz istemez yorum;
O kadar küçüldü ki, dünyayı görmüyorum…
Ben ki, dipsiz deryâmı yorumlayan adayım;
Bin ağıttan süzülen o bir tek damladayım…