Bilen beni ben sanır,
Bilse beni utanır.
Ne falcı beni tanır,
Ne gösterir fal beni…
İzler bin ifrit beni, her gün ‘sendeniz’ diye,
Bin yola sürdüm atı, Yârab ‘senden iz’ diye,
Kandırdı İblis beni, ‘ben dağ, sen deniz’ diye;
Bin parçaya ayırdı koştuğum kumsal beni…
Geçmedim eleğimden,
Pişmanım dileğimden,
Çöz bağı bileğimden;
Sal beni! ..
Zehri ilaç yerine sundular ‘uslan’ diye,
Sırtımı uçuruma verdiler ‘yaslan’ diye,
Büyüttüm gözlerimde kediyi ‘aslan’ diye;
Öfkenin sahrasında çıldırttı çakal beni! ..
Yaydan çıkmış okum ben,
Kalıbımda yokum ben,
N’olur bedenim de sen
Kal beni! ..
Ulu yolculuğuma yok iken hazırlığım,
Artmakta günden güne körlüğüm sağırlığım,
Çökertti dizlerimi gereksiz ağırlığım;
Bunca yıl taşımaktan bıktı bu hamal beni…
Kapılıp da fendine,
Bağlandım kemendine,
Köle etti kendine
Mal beni…
Akşamına uzanıp sabahından gönlümün,
Uçurdum mürşidini dergâhından gönlümün,
Beni sorumlu tutup günahından gönlümün;
Ne sofî selâm verir, ne arar abdal beni…
Zararımdır uttuğum,
Aklımdır uyuttuğum,
Taşımaz şu tuttuğum
Dal beni…
Ayağıma dolanan yılan oldu huzurum,
Kahroldu iyiliğim övüldükçe kusurum,
Ne olur ya İsrâfil, bir an farzet ki ‘Sûr’um;
Ebedî bir hayatın şafağında çal beni! ..
Bu son dilekçem sana,
Uyamadım zamana,
Yârab, el uzat bana;
Al beni! ..