Üçler, yediler, kırklar,
elliler, ayaklılar…
Sizler; bahtı gün karalı
ve alnı ay aklılar…
Hayatın can telinde
ya bağlama, ya tar’dınız.
Uyuturdunuz zamanı salıncağında bir ney’in;
yatay uykular için eteğinde feleğin,
güne dikey yatardınız…
Üçler, yediler, kırklar,
elsizler, ayaksızlar…
Sizler ki; sahralarda
el nasır, ayak sızlar
bir halde yürürdünüz gün izi bırakmadan,
feyekûn tufanına kün izi bırakmadan.
Toplayıp heybenize ayak izlerinizi,
aşk üfleyip âsânıza “ney”lediniz.
Kırbanızdaki suyu kırk çöle kumluyorken,
neden karardı böyle,
güneşe n’eylediniz? ..
Susadıkça heybenizden bir bulut kullandınız,
çullanmadınız sofrasına hanedânların.
Can ilmekli bir halıyken,
taş eşikte çul’llandınız…
İçirip cümle deryayı gönlünüze bir nefeste;
her nefeste beste-beste
balıklara pullandınız…
Kırklar, yediler, üçler,
ikide bir görünüp kaybolmayın çölümde! ..
Bir gönül var bende, bir gölgedeyim,
siz nereye yollandınız?
Gönlümün gölgesinde bekliyorum bir emri,
sevgiliyi beklerce…
Hani nerde hay sesiniz, hey sesiniz?
Şu çığlık mı ney sesiniz?
Siz ki bâkirdiniz kelebeklerce,
niye birden dullandınız?
Gönül gözü görmeyenin gözlerine perdesiniz.
Hangi seferde kaldınız, ah hangi seherdesiniz?
Biliyorum, gökte değil; gökçe gönüllerdesiniz.
Göğünüz inmiş toprağa; yıldız-yıldız yerdesiniz.
Kör mü oldu gönül gözüm? Nerdesiniz, Nerdesiniz? ..