Bir tesbihtir ömrümüz; otuz üç, doksan dokuz,
Devredip durur felek, varlık içinde yokuz…
Güreşir gönlümüzde her gece “ben” ile “biz”
“Ben”de birleşen “ben”iz; “ben”e bende değiliz…
Kara bir kar sineği binmiş dağ ensesine;
Bin yordamsız meltemi meftun eder sesine…
Bezirgân mı şu çölde yakın eden ırağı?
Kaç seda ünlemekte devenin çıngırağı?
Sevda yüklü şu kervan hasrete mi gider hep?
Kılavuz denen akıl, neden hep topal merkep?
Mansur’u mahkûm edip o lafz-ı Enelhakk’a;
Hakkı ketmeden kıptî tavassut eder Hakk’a…
Yaratan’ın aşkıyla gönülden bir “ah” demek;
Bir hecenin özünde bin kerre Allah demek…
Ey beynimin içinde bıcırdayan örümcek,
Ey melek yüzlü şeytan, gönlümden elini çek!
Gönlüm ki, dağı zerre; asırları an bilir,
Beni bir ben bilirim, bir de Yaratan bilir…
Ne oturdum bir “üstâd” rahle-i tedrisinde;
Ne alnım karalandı bir kandilin isinde…
Zamanın gırtlağında hıçkırdım yudum-yudum;
Bir ölünün gözünde, gözü açık uyudum…
Beynimin sahrasına bu gayyayı ben eştim;
Aklın çorak çölünde cehlimle cedelleştim…
Her gülüşün sonunda bin baharı kışladım;
Her doğum sancısında ölümü alkışladım…
Bir mirasyedi gibi harcadım sermayemi;
Bir mürşit hırkasına bağlamadım gayemi…
Bu kemik mi çatısı bir avuç kan ve etin?
Bekliyorsa yolumu sahibi emanetin;
Umurumda değildir ne aferin, ne de yuh;
Menzile engel değil yoluma çıkan güruh…
Ömür bir tesbih gibi; doksan dokuz, otuz üç,
Gerçek değil ne mahfe, ne onu tartan hörgüç…
Sahraya kılavuzsuz seyiplenmiş deveyim;
Bırakın “Hak Bir” diye gevişimi geveyim…
Bezm-i Elest’te bana “gel” dediğinden beri;
Dilimde O’nun adı, gönlümde Peygamberi…
Günahlarım kamburum, boynum eğri, nalım yok;
Gönlümde çiçek açtı gözüme saplanan ok! ..
Ey Sırat tâcirleri; çıkın, çıkın aradan!
Çölü çemenzâr eder diler ise Yaradan…
Irak sandığınız yer, benim için bir adım;
Yaşamak için öldüm, ölmek için yaşadım…