Bedevî âminlerim boyar dilimi bazen,
Elimin ayasında duâm Acem kınası…
Dönüyor burgu gibi içimde bir semâzen,
Aklımın saçağında son beyin fırtınası…
Kafasız enselerde kıllanıyor bakışım,
Lime-lime şahâdet parmağımın etleri…
Gitgide silinmekte gönlümdeki nakışım,
Üfledikçe yüzüme efendi hazretleri…
Damlıyor doksan dokuz gözüm bir tesbih gibi,
Acem-aşirân rengi bir püskülün ucundan…
Düşüyor bir denize delik ibriğin dibi;
Sızınca nar pekmezi nargile marpucundan…
Ruhumun zindanında kararmakta aklarım,
Nefse eğilişime “eyvah” diyemiyorum.
O kadar el ve etek öptü ki dudaklarım;
Kirlenen bu ağızla “Allah” diyemiyorum…
Şaşırdım, çağrıların hangisi Muhammedî?
Bir nidâ duyuyorum ötenin ötesinden…
Ezelin gergefinde hangi nakış ebedî?
Yârab! Bir çağrı gönder sevgilinin sesinden…
Aç “yol”unu; ne “tarîk”, ne de “râh” istiyorum.
Açayım yüreğimi sana, “Bismillah” diye…
Senden özge ne sultan, ne de şâh istiyorum;
Son nefeste son sözüm sen ol; “Yâ Allah! ” diye…