Değirmi bir ay gibi asıldı gözlerime
Terli avuçlarıma alamadığım yüzün…
Sonra saçların yağdı sönmeyen közlerime;
Saçların ki, ruhumdan çekilen sırma hüzün,
Saçların ki, bir dünya içimde darmadağın,
Saçların ki, o en tiz meyanı türkümüzün,
Saçların ki, buğusu gönül denen bardağın,
Saçların ki, savrulan ışığı bin gündüzün…
Ve gülüşün; nabzımda atışı bir şafağın,
Bir gülüş ki, özünde hurilerin cilvesi,
Bir arzu ki, denize yıkılışı bir dağın,
Yanakların Havva’nın yasaklanmış meyvesi,
Yetim hakkınca haram bir lokmadır dudağın…
Vuslatın kınsız hançer, hasretin darağacı,
Suskunluğun sessizce kışa dönüşü güzün,
Gözün bal görünümlü baldıran gibi acı,
Bakışın çığlığıdır dağlanan bir öksüzün…
İsyanlar saldırırken riyasız sözlerime,
Değirmi bir ay gibi asıldı gözlerime
Terli avuçlarıma alamadığım yüzün…
* * *
Sıladaki son gece gibi ürkek ve sıcak,
Ellerimin içinde ne kadar az ellerin…
Ellerimin üstünden uçup havalanacak
Tedirgin güvercinler gibi beyaz ellerin…
Ellerindir sevdaya son ilmeği bağlayan,
Ellerimin kışında geciken yaz ellerin.
Ellerin dağ pınarı yüreğimde çağlayan,
Erilmez emellere bir imtiyaz ellerin.
Ve bakışın içimde bir çocuktur ağlayan,
Bir bakış ki, özünden gözleri nihan eder.
Bir sevda ki, vuslata bin hasreti dağlayan,
Bir umut ki, düştüğü zerreyi cihan eder;
Bir kor ki, bin zindanı külünde çerağlayan…
Bakışın yüzbinlerce göz işledi derime,
Gönül penceresinde iki pervaz ellerin…
Ellerin iki ölüm ilmeği kaderime;
Çığlık-çığlık ellerin, avaz-avaz ellerin…
Gözlerin ne kadar çok, ellerin ne kadar ak,
Mezardaki ilk gece gibi ürkek ve sıcak;
Ellerimin içinde ne kadar az ellerin…