“Rıza Tevfik’e bir şiir vermiştim, beğenmemiş. Masasının üstüne koymuş. Pencereden gelen cereyanla şiir uçmuş. Ali İlmi Fani Bey’e; “Çocuğun şiirini de uçurduk, ne diyeceğiz? ” demiş.”
*
Çocuktum. Benim için edebiyat şiir demekti. Nâbî’ye, Fuzûlî’ye aşıktım. Müpheme, kavranılmayana karşı duyulan garip bir sevgi. Daha dogrusu hayranlık.
*
“Şiirin devri geçmiştir” dedim. Ama ben de şiir söyledim, 1500 kadar. Defterler hâlinde dostlarımda var. Bunlardan biri, razı olmadığım halde yayınlandı.
*
…Bana mektuplarımı gôsterdi, 18 yaşımın bütün altını vardı o sayfalarda, bütün dehası vardı, bütün çiçeği vardı. Kendi kendimi kıskandım. Bana şiirlerimi gösterdi, birer suretleri için 1000 lira teklif ettim, güldü ve sakladı.
*
Dosyam, dosyalarım kabardıkça kabarmış. Ben mi yazmışım, birinden mi çevirmişim bilmiyorum, şöyle bir kağıt: Şair yarattıktan sonra şairdir, Hegel’e göre. Şairin yazmayanı olmaz…
*
Yıllarca şiir yazmaktan utandım. Okuyucuyu cinsî buhranları ile oyalamaya kimsenin hakkı yoktu. Aşka zamanı yoktu harcayacak, aydının. Âdeta bir ‘günah’ sayıyorduk şiiri. Bir ‘vice’ [kötülük] sayıyorduk.
*
Şiir, milletlerin çocukluk dilidir. Olgunlaşan medeniyetlerin ifadesi ise nesirdir. En güç ve en kâmil ifade vasıtası nesir. Şiir, imkânlarını el yordamıyla arayan düşüncedir.
*
Ne romancıyım, ne şair, ne tarihçi. Sadece dürüstüm, çok okudum, çok düşündüm. Beşeri ihtiraslardan uzağım. Bütün bu vasıflar bir düşünce adamının hamurunu yapar. Romancı, alışılmış ve bütün zevklere seslenen bir silahla mücehhezdir. Yüzyıldan beri herkes hikaye okur. Şair, ezelden beri ‘aşinası olduğumuz bir dost. Düşünce adamı, mâzinin tanımadığı bir mahluk.
*
Cemil Meriç: şiirden kaçmaya çalışan, fakat bir türlü kurtulamayan bir düşünce adamı.
*
Şiir ne ispatlamadır, ne bir muhakeme. Telkindir, davettir, büyüdür. Vezinle kafiye şairin emrindeki sayısız ahenk vasıtalarından biridir sadece. Toplumlar da kişiler gibi çocukluklarında şairdirler. Nesir olgun medeniyetlerin meyvesi. Müşahedelerin, kıyas ve istidlâllerin, ilmin ve tekniğin dili. Çıplak, kuru ve berrak bir dil. Zekanın son fethi. Şiir müphemin ülkesi, müphemin ve hürriyetin. Nesir demek, aydınlık ve inzibat demek. İnsanlık uzun arayışlarından sonra dillerini ehlileştirebildi. Kelimeler curuflarından sıyrılıp bir elmas pırıltısı kazanabildiler. Ve nesir, şuurun ifadesi olabildi; sadık ve kesin bir ifade.
*
Hypersenbilite (aşırı-duygusallık) yaşla geçiyor. Şiirden kaçtım ben. Yoğun mesaide buldum kendimi unutmayı. Hassasiyet beslendikçe artar. (…) Bir yerde kendinden uzaklaşmak lâzım. Kendine döndükçe ‘ben’ azar. Bütün kavgalar insanın bir ihtiyacına cevap veriyor: kendinden uzaklaşmak, kendisine olan ilgisini azaltmak. Kezzap gibi oyuyor içine çevrildikçe bakış. (…) İnsan kendini yalnız hissedince felâkete düşer.
*
– Şiirin orta derecesi yoktur. Bir Yahya Kemal’den, bir Haşim+den sonra şairliğe özenmek için ya çok büyük bir kâbiliyet olmak, yahut da ikinciliğe, yani hiçliğe razı olmak lâzım.
*
Şiir tercüme edilemez. Bir şairi ancak şair tercüme eder. Ama hiç bir şair başkasını tercüme edecek kadar mütevazi değildir. Ne Hugo, ne başkası. Batı’da büyük şairler büyük şairleri tercüme etmemişlerdir. Esasen ben de şair olsam şiir tercüme etmezdim. Hugo’yu tercüme ettim, ama orada da Hugo’dan ziyade ben varım. Ayrıca nesir de yazdığım için şiir tercüme ettim.
*
– Acaba bıraktım mı? Söyleyemem ki bunu. Nesri şiir haline getirmeye çalıştım.