Ölü bir domuz yatıyor elarabasında.
Üç adam ağırlığında, dediler.
Gözleri kapalı, kirpikleri pembe beyaz.
Fırlamış havaya paçaları.
Sanki ölmemiş gibi görünür böylesi bir ağırlıkla
bu şişko pembe kitlesi katılaşmış ölümde.
Cansızlıktan daha da az bir şey, daha ötede.
Buğday dolu bir çuval gibi.
Hiddetlenmeden vurdum muştayı.
Suçlu hisseder insan incitirse ölüleri,
Yürürse mezarlar üzerinde. Ama bu domuz
suçlayabilecek durumda değildi.
Haddinden fazla ölüydü. Şöyle ederi kadar
domuzyağıyla domuzetinin.
En son değeri tamamen yitmişti.
Eğlenilecek bir şekil de değildi bu.
Haddinden fazla ölü acımak için.
Ansımak hayatını, gürültüsünü, yaşadığı
topraksı zevkin kalesini,
yanlış ve gereksiz bir gayret gibi.
Tam anlamıyla fazla ölmüş. Ağırlığı
Zulmetti bana – nasıl taşınacak?
Ve bütün kesim zahmetleri!
Boğazındaki derin yara şaşırtıcıydı, ne ki
dokunaklı değildi.
Bir keresinde pazarın birinde koşmuştum yakalamak için
Gürültüsüne kaygan bir domuz-yavrusunun,
Bir kediden daha hızlı ve çevikti,
Böğürtüsü metalin parçalanmasıydı.
Domuzlar sıcak kanlıdırlar, fırın sanarlar kendilerini.
Isırışları beterdir atlarınkinden –
Doğrarlar bir yarımayı bir güzel.
Yanmış kömür ve ölü kedileri tıkınırlar.
Yüceltmeden ve hayranlıktan çoktan çekmiş
Elini eteğini buradaki domuz.
Uzun uzun baktım ona. Sonra başladılar
haşlamaya onu.
Haşladılar ve parlattılar bir kapı eşiği gibi.
(Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy)