Bunları da Okuyun

    Ağlar Gezerim Şiiri – Seyrani

    29 Aralık 2021

    Niçe Demdür Ölümlük Dirilür Bir Derd-nâkem Ben Şiiri – Aşık Çelebi

    29 Aralık 2021

    Gitme Durnam Gitme Şiiri – Aşık İsmail Daimi

    29 Aralık 2021

    Sonra Şiiri – Ümit Yaşar Oğuzcan

    28 Aralık 2021

    Sebeb-i Telif Şiiri – İsmet Özel

    21 Mart 2022

    Panter Şiiri – Rainer Maria Rilke

    29 Aralık 2021

    Gelincik Şiiri – Sadettin Kaplan

    29 Aralık 2021

    Rüzgar Bizi Götürecek Şiiri – Füruğ Ferruhzad

    29 Aralık 2021

    Âgâz-ı Gazeliyyât 282 Şiiri – Agah

    29 Aralık 2021

    Arapça Kıt‘alar 4 Şiiri – Aziz Mahmud Hüdayi

    29 Aralık 2021
    Facebook Twitter Instagram
    Facebook Twitter Instagram
    Şiirhane
    • Anasayfa
    • Dönemler
      • Cumhuriyet Dönemi
      • Yedi Meşaleciler
      • Fecr-i Ati Topluluğu
      • Garipçiler (1. Yeni)
      • Halk Edebiyatı
      • İkinci Yeniciler
      • Milli Edebiyat
      • Öz (Saf) Şiir Dönemi
      • Tanzimat Edebiyatı (1. Dönem)
      • Tanzimat Edebiyatı (2. Dönem)
      • Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
      • Toplumcu Gerçekçi Şiir Dönemi
      • Servet-i Fünun Edebiyatı
    • Yabancı Şairler
    • Rastgele Şiir
    • İletişim
    Şiirhane
    Anasayfa»Cezmi Ersöz»Aramizdaki Görünmez Baglar Şiiri – Cezmi Ersöz

    Aramizdaki Görünmez Baglar Şiiri – Cezmi Ersöz

    Cezmi Ersöz- Cezmi Ersöz
    Telegram VKontakte Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaşın
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Tek başıma hiç sorunun yanıtını bulamıyorum.Hep yeni
    hayatlar yaşamayı isterken kendimi aynı hayatı tekrar
    tekrar yeniden yaşarken buluyorum… Sisli bir gecede
    yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi…
    Yanına gidip konuşmak isteğim insanları da işte bu
    kayıp gemilere benzetiyorum. Uzaktan soluk ışıklarını
    görüyorum… Ama ne onlar bana yaklaşabiliyorlar, ne
    ben onlara… Sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp
    yeniden kendi kayboluşlarımıza karışıyoruz… Umudum
    kalmadı artık; bu dünyada düşüncelerimi, beni,
    duygularımı gerçekten anlayacak birini bulmam imkansız
    görünüyor artık bana… Ama evimde duramıyorum yine
    de… Kendimi sokaklara atmak, insanlarla konuşmak,
    kendimi onlara anlatmak istiyorum. Dinliyor gibi
    gözüküp dinlemeseler de, anlıyor gibi yapıp gerçekte
    anlamasalar da…
    Anılar birer zorba gibi yükleniyorlar üzerime.
    Durmadan hesap soruyorlar benden… Tekrar tekrar aynı
    görüntüler belleğimi kanatıyor… Ve hep o yüz…
    Yüzdeki o ışık ömrümü ortadan ikiye bölüyor. Ne geriye
    dönebiliyorum, ne ileri gidebiliyorum… Öğrendiğim
    her yeni bilgi eski inançlarımı koyulaştırmaktan başka
    bir şeye yaramıyor… O yüzün sahibine kaderini
    anlatmak isterdim… Oysa o yüz ışığının farkında bile
    değil. Kendisine rağmen yaşıyor o ışık yüzünde… O
    yüz ki sevgiden önce nefret etmeyi öğrenmiş… O da
    kayıp bir gemi ve o da bu kanlı sisin içinde yitirdiği
    yolunu arıyor…
    Her kayıp gemi bana kırılgan ve bitimli aşkları
    hatırlatıyor… Dostluklar sisin ortasındaki kayıp
    gemiler gibi boğulmuş insan sesleri çıkarıyor… Ziyan
    olmuş hayatlar bu sisi biraz daha koyultuyor… Her
    talihsiz karşılaşma başka bir karşılaşmayı daha
    talihsiz kılmaya gidiyor… Her ziyan edilmiş hayat
    başka bir hayatı ziyan etmeye gidiyor…
    Evimin duvarları bile ayrılığın şarkısını söylüyor.
    Bir başıma dinlemek istemiyorum ayrılığın
    şarkısını…Ayrılık zorba anılarıyla geliyor… Her
    zorba anı beni ayrılığın karşısında küçük düşürüyor:
    Onunla görüşmeye ara verdiğimiz bir dönemdi. Bu defa
    biraz uzun sürmüştü. Ama hasret yine ağır basmış ve
    yeniden bir araya gelmiştik. O zaman itiraf etmişti
    biriyle birlikte olduğunu. Hiç unutmuyorum, ilk tepkim
    kaç kez oldun, onunla kaç kez yattın, demek olmuştu.
    Yüzüme çok tuhaf, ve o güne dek hiç bakmadığı gibi
    bakmıştı… Sadece, ilk bu mu geldi aklına, seni
    tanıyamıyorum, demişti… Neden ilk tepkimin o
    olduğunu bugün bile anlamış değilim; ama ne zaman
    aklıma gelse yüzüm kızarır, utanırım… Ve daha
    binlerce zorba, acıtan anı…
    Bu anıların verdiği acıdan kurtulmak için insanların
    arasına karışmak istiyorum. Demir parmaklıkların
    arkasında değilim, istediğim yere gidebilirim,
    istediğim her şeyi yapabilirim; ama ne yapsam, nereye
    gitsem hep aynı şeyleri hatırlayan belleğimin
    tutsağıyım sanki… Ben değil, bu zorba anılar
    götürüyor beni istediği yere… Sevgi nasıl
    bulaşıcıysa nefret de öyle bulaşıcı… Nasıl bakıyorsa
    insan dünyaya, öyle görüyor ne görüyorsa… Kararmışsa
    gönlü insanın, nereye baksa orada kararmış gönüller
    görüyor… Dibe vurmuşsa hayatı, kimi görse dibe
    vurmuş sanıyor… Hem öyle bir gece ki bu gözlerim
    kapanmayı bilmiyor… Gözlerim nereye baksam
    varlığımın o eski bataklığına çekiyor beni… Oysa
    hayallerimin rüzgarı beni benden alıp uzaklara
    götürsün isterdim… Ama hayallerimin kanatları beni
    anılarımdan koparacak kadar güçlü değil… Hayallerim
    beni, ben anılarımı seyredip duruyorum…
    İnsanlardan ne kadar umudu kessem de yine de insansız
    yapamıyorum. Beni dinlemeyecekleri, asla
    anlamayacaklarını bilsem de onlara hayatımı anlatmayı
    seviyorum… Hem korkuyorum onlardan, hem
    korkularımdan kurtulmak için onlara sarılıyorum yine
    de..
    Tek başıma dolaşıyorum Beyoğlu’nda..Gecenin kim bilir
    hangi saati, yine de her yer insan dolu.. Kimse evine
    gitmek istemiyor sanki… Gece koyulaştıkça yalnızlık
    derdi artıyor… Sadece benim evimin duvarları değil,
    bütün evlerin duvarları sanki aynı ayrılık şarkısını
    söylüyor. Kimse tek başına bu şarkıyı dinlemeye
    katlanamıyor… Evler saçmalığın kederinde boğulmuş,
    yanlış yerde arıyor herkes kendisini… Anılar zorba,
    bellek yorgun, hayaller kanatsız… Kimin gözlerine
    baksam, bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok
    başkasıyım, diyor… Kimi sevsem bu sevgiyle
    yarışacağı yerde benimle yarışıyor… Kim beni sevse
    bu sevgide önce kendi yaralarını onarmaya çalışıyor…
    Sevgi bir eliyle çağırıyor, korku iki eliyle itiyor…
    Kim beni öpse ayrılığın ipini geçiriyor boynuma…
    Nereye gitsem, oraya benden önce anılarım gidiyor…
    Oraya benden önce sevgiyi öğrenmeden önce nefreti
    öğrenen kadın gidiyor… Nereden dönsem ardımda
    küskünlüğüm kalıyor… Kimse kurtulamıyor bu
    küskünlükten. Şiirler, aşk nefret etmektir, diye
    bitiyor…
    Taksim’de gecenin bir yarısı tek başıma dolaşıyorum…
    Bunca geç bir saate rağmen her yer öylesine gürültülü
    ve kalabalık ki… Onca gürültüye ve onca kalabalığa
    rağmen her yer aslında öylesine sessiz ve ıssız ki…
    Sanki insanlar bu ıssızlığı ve sessizliği gizlemek
    için durmadan boylukta dolaşıp duruyor ve anlamsızca
    konuşuyorlar…
    Biraz kuytu, kalabalıktan biraz uzak bir banka
    oturuyorum… Sanki her yer gözüküyor bu banktan.
    Ayaklarımın altından mahvolmuş hayatların yanık suları
    geçiyor… Güçsüz düşmüş inancım aşkımı ne kadar
    kirletmeye çalışsa da sanki bir el durmadan yıkayıp
    arıtıyor onu…
    Kendimle o kadar meşgulüm ki, biraz geç fark ediyorum
    yanımda orta yaşlı bir adamın oturduğunu. Uzaklara
    bakıp, benimle hiç ilgilenmiyormuş gibi davransa da
    beni düşündüğünü anlıyorum… Uzaklara baksa da
    hayretle ve acıyla aydınlanmış gözlerini görüyorum…
    Yüzüme bakmadan soruyor: Gece ne kadar sessiz değil
    mi… Şaşırıyorum benimle aynı şeyi düşündüğüne…
    Evet, diyorum bir an durakladıktan sonra… Onca
    gürültüye rağmen öylesine sessiz ki… Çünkü, diye
    devam ediyor, kimse kimseyi dinlemiyor, herkes
    kendisine öylesine gömülmüş ki… Neden böyle? diye
    soruyorum ona… Ellerini kavuşturup uzaklara bakarak
    yanıtlıyor beni: Hepimiz kendimizi başkalarından çok
    farklıyız sanıyoruz, ama aslında birbirimize o kadar
    benziyoruz ki… Bu yüzden birbirimize ne denli çok
    görünmez bağlarla bağlı olduğumuzu bir bilsek her şey
    öylesine değişecek ki… Ama bu bağları göremiyoruz
    bir türlü… Herkes kendisi diye bilmediği bir
    başkasını anlatıyor ve sonra yeniden kendi karanlığına
    gömülüyor… Birlikte ama yalnızız, çok yalnızız…
    Bilir misiniz, İbranice’de bu iki sözcük tek bir
    harfle ayrılır…Yalnız, yahid, demektir, birlikte ise
    yahad…
    Sonra usulca dönüp yüzüme bakıyor: Bana hikayenizi
    anlatır mısınız, diye soruyor… Şaşırmıyorum bu
    sorusuna. Yalnızlık ve hayatın bu korkunç belirsizliği
    öylesine hırpalamıştı ki ruhumu, ona kendimden
    bahsedersem az da olsa bir teselli bulacağımı
    hissediyorum… Kanlı bir sisin içinde kaybolmuş
    gemilere benzettiğim insanları… Ziyan olmuş
    hayatları… Aşkların nasıl bu kadar kısa bir sürede
    nefrete dönüştüğünü… Yaralarını onarmak için
    ilişkiye girenleri, sevmekten korkanları… Zorba
    anıları, yorgun bellekleri, kanatsız kalmış
    hayalleri… Her talihsiz karşılaşmanın başka bir
    karşılaşmayı daha talihsiz kıldığını…Yalnızlığımı ve
    hayatın o korkunç belirsizliğini..Artık beni anlayacak
    birini bulmaktan ümidi kestiğimi anlatıyorum ona..
    Derin bir nefes alıyor ve sonra yine şehrin solgun
    ışıklarına bakarak yanıtlıyor: Öyle demeyin.Sizi
    anlayacak birileri mutlaka vardır.Hem yalnızlık bizi
    olgunlaştırır, yeni keşiflere hazırlar.Belirsizlikse
    çoğu kez özgürlüğün kapılarını açar bize. Biraz önce
    söyledim, hepimiz görünmez bağlarla bağlıyız
    birbirimize.İşte bu bağları görebilmek ve birbirimizi
    anlamak için daha çok çaba harcamalıyız. Bize çoğu kez
    anlamsız görünen olayların, tesadüflerin ardındaki
    gizli anlamlı göremiyoruz…
    O şimdi ne yapıyordur…
    Kim, diye soruyorum şaşkınlıkla…
    Ayrıldığınız insan. Sizi anlamadığını düşündüğünüz…
    İçimden karanlık bir ürperti geçiyor: Uyuyordur, bu
    konuştuklarımızdan hiç haberi yoktur. Dantellerle,
    pullarla kaplı yastığında uyuyordur, diyorum…
    Bence o şimdi sizin uykunuzu uyuyordur, sizin rüyanızı
    görüyordur.Kim bilir belki birazdan uykusundan
    ağlayarak uyanacak ve bu konuşmayı duymadan
    duyacaktır… Sizin varlığınızda onun için
    yaşattığınız her duyguyu hissedecektir… Hiç tahmin
    edemeyeceğimiz işaretlerle anlayacaktır bunu…
    İnsanlar arasındaki bu büyüye inanmak gerekir.
    Karşılaşmalara, tesadüflere inanmak gerekir.
    Mucizelere… Yaşadığımız her şeyin, en anlamsız
    görünenin bile ardında bir anlam yatar… Size kendi
    hikayemi anlatmamı ister misiniz…
    Elbette, diyorum merakla, dinlemeyi çok isterim…
    Ben birini öldürdüm biliyor musunuz… Bunu der demez
    susup etraftaki o gürültülü sessizliği dinliyor bir
    an. Neye uğradığımı şaşırıyorum. Adamın önce yüzüne
    sonra da büyük bir dikkatle ince uzun parmaklarına
    bakıyorum…Bana böylesine huzur veren ve bilgelik
    dolu şeyler anlatan bu insan bir katildi öyle mi…
    Yo, bana öyle bakmayın, dedi gayet sakin bir
    tavırla…Ben de birini öldürmeden önce insan
    öldürmenin kendim için ne kadar imkansız olduğunu çok
    düşünmüşümdür hep. Ama birini öldürmek çok anlık bir
    şey. O an zaten siz siz olmuyorsunuz. Bir başkası
    giriyor sanki içinize… Şaşkınlığım sürdüğü için
    lafını kesiyorum: Neden öldürdünüz peki…Bir sakıncası
    yoksa söyleyebilir misiniz:
    Bencillik… Kibir… Ruhumu körleştiren arzular…
    Kıskançlık… Daha çok şey eklenebilir bunlara…
    Hepimizin içinde var bu duygular… Dilerseniz devam
    edeyim… Bu korkunç olaydan önce durumum çok iyiydi.
    İyi bir evliliğim, çok sevdiğim bir kızım, iyi bir
    çevrem vardı… Karım beni terk etti. Kızım bu olay
    yüzünden beni reddetti… İşimi, çevremi, dostlarımı
    kaybettim. Kimse arayıp sormaz oldu. Dayanılması çok
    güç yıllardı. Geçmişimi bir saplantı haline
    getirmiştim. Demiştiniz ya, anılar zorbadır, diye…
    İşte o zorba anılarda kurtulmak bu hayatımın üstüne
    çıkabilmek için kendimi kitaplara adadım. Elime ne
    geçerse okuyordum. Felsefe, psikoloji, dinler tarihi,
    edebiyat… Kitaplar olmasaydı o korkunç yıllar başka
    nasıl geçerdi ki… Sonra bir gün artık özgürsün,
    dediler. İnanamadım özgür olduğuma. Ama bir amacınız
    yoksa, sevdikleriniz yoksa özgür olmanın pek bir
    anlamı yok… Günlerce karımı aradım, ama bulamadım.
    Kızımdan da bir haber yoktu… Ne dostlarım, ne param,
    ne de bir işim vardı. Bunca işsizlikte hapishaneden
    çıkan, sabıkalı bir adama kim iş verir? Hem de bu
    yaşta birine… Günlerce başıboş dolaştım.Orada burada
    yattım. Nereye gidecektim, ne yapacaktım…
    Kitaplardan öğrendikleriniz bir yere kadar size
    yardımcı oluyor… Hayat başka bir şey… İntihar
    etmek istedim, onu bile beceremedim. Bir gün garip bir
    rastlantı sonucu çok eski bir arkadaşımla karşılaştım.
    Çok zengin olduğunu duymuştum. Bir yerde oturduk, ona
    başıma gelenlerden bahsettim. Anlattıklarımdan çok
    etkilendi. Gözlerinden okudum bunu… Artık benim için
    hayatın bir anlamı kalmadığını, ölmek istediğimi
    söyledim ona. Aslında içten içe bana yardımcı
    olmasını, iş bulmasını ya da biraz para vermesini
    istiyordum… Benim sana verecek hiç param yok, dedi.
    Neden, diye sordum, çok zengin olduğunu duyduğumdan
    bahsettim. Artık değilim, dedi. Bütün paramı, mal
    varlığımı kimsesiz kalmış sokak çocukları için kurduğu
    bir vakfa bağışlamış. Zenginlik ruhunu kirletmiş…
    Ruhunu kurtarmak, arınmak için bu amaca adamış
    kendini… Eğer ölmek istiyorsan seni engelleyemem.
    Karar senin, ama dilersen gel benimle vakıftaki
    işlerimde bana yardımcı ol. Yatacak bir yerin olur, üç
    öğün karnını doyurursun. Sana başka bir şey veremem…
    Bunları söyleyip sustu ve gözlerini hiç kaçırmadan
    gözlerime baktı… İşte o an onun gözlerinde kendi
    kaderimi gördüm.İnsanların arasındaki o görünmez
    bağlar vardır, demiştim ya, işte onunla aramdaki o
    bağı gördüm. O işareti ve o mucizeyi… Tamam, dedim,
    kabul ediyorum… Ve o gün bu gündür onunla kimsesiz
    sokak çocukları için çalışıyorum. Hayatımın anlamı
    buymuş meğerse benim. Bugüne dek bütün yaşadıklarım bu
    günlere bir hazırlıkmış… O karşılaşma anından sonra
    her şeye böyle bakıyorum artık… Her birimizin bir
    başkasının üzerinde mutlaka bir etkisi vardır… Yeter
    ki aramızdaki o bağı görelim…
    Sonra yine susup o dingin, o huzur gülümseyişiyle
    uzaklara bakmayı sürdürüyor..
    O susuyor, ama benim içimde bambaşka bir konuşma
    başlıyor bu defa. İnsanlar arasındaki o görünmez
    bağların varlığını bildiğim halde neden görmek için
    daha fazla çaba harcamadığımı soruyorum kendime…
    Karşılaştığım insanlardan çok kendi benliğime takılı
    kalmıştı gözlerim… Kendimi keşfetmeye harcadığım
    enerjinin birazı da başkalarını keşfetmeye çalışsaydım
    anılarım bu kadar zorba olmazdı bana… Belleğim bu
    kadar yorgun, hayallerim bu denli kanatsız
    olmazdı…Ayrılsam da, bir daha onu görmeyecek olsam
    da, bir zamanlar o çok sevdiğim insanın uykuya
    daldığında benim rüyamı göreceğini bilmezden
    gelmezdim…
    Bu iç konuşmalarımı o sırada önümüzden geçmekten olan
    bir şair arkadaşım bölüyor. Haberin var mı, diyor, Ece
    Ayhan bu gece öldü…Ustayı kaybettik… Bir an ne
    diyeceğimi bilemiyorum. Bu gece her şey o kadar üst
    üste gelmişti ki benim için… Binlerce anı üşüşüyor
    beynime o an… Ama bu defa anılar eskisi gibi zorba
    değildi… Her anı bir diğerine ekleniyor; her anlam,
    her görüntü, her işaret bir diğerine bağlanıyor ve
    bağlandıkça yine anlamlar, yeni değerler
    kazanıyordu… İster misiniz, size Ece Ayhan’la ilgili
    bir hatıramı anlatmamı, diye soruyorum yanımdaki
    adama… Yanıt vermeden sadece başını sallıyor ve
    yüzündeki incecik hüzünle gülümsüyor…
    Ece Ayhan hayatımda çok önemli bir yer tutar… Sadece
    benim için değil, bu ülkede şiir yazan, şiir okuyan,
    şiiri seven birçok insan için de çok önemliydi o…
    Anlaşılması güçtü, çok kapalıydı şiirleri, ama garip
    büyü, bir tılsım vardı onlarda… Sanki bilinçaltımızı
    okurdu o… Bu ülkenin bilinçaltını… Hayatımda
    vazgeçilmez bir değeri olan şair Nilgün Marmara da onu
    çok önemserdi. Ece Ayhan şiirinin sıkı takipçisiydi.
    Dahası aralarında çok sıkı bir dostluk vardı. Ece
    Ayhan’ı evinde ağırlar, onu kollar ve gözetirdi. Bir
    gün Nilgün Marmara yaşamaktan vazgeçti ve kendisini bu
    hayatın öte tarafından çağıranların yanına gitti.
    Beşinci kattaki evinin penceresinden boşluğa bıraktı o
    narin, o kırılgan bedenini… Ne acıydı ki birileri bu
    intihardan Ece Ayhan’ı sorumlu tuttular… Hatta bu
    suçlamayı yazıya dökenler bile oldu. Bir şiirinde;
    ‘Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı’ dediği
    içindi belki de… Bu dedikodular ve suçlamalar
    etkisini göstermiş olacak ki, bir akşam Ece Ayhan
    arkadaşlarıyla bir meyhanede otururken kızın biri
    yanına bir şey söylemek maksadıyla yaklaşmış ve
    arkasına sakladığı bir şişe kırmızı şarabı başından
    aşağı dökmüş… Ece Ayhan hiçbir şey yapmamış, ama
    sadece şunu söylemiş; babalarına yapamıyorlar, bana
    yapıyorlar; çünkü güçleri bana yetiyor… Bunu
    duyduğumda çok üzülmüştüm. Çünkü o üzerindeki ceketten
    başka ceketi yoktu Ece Ayhan’ın… Eminim, kırmızı
    şarapla lekelenen o ceketini temizleyiciye verecek
    parası bile yoktu…
    Bu sırada yanımdaki adam sözümün arasına giriyor: Kim
    bilir, belki de Ece Ayhan’ın başından aşağı şarap
    döken o kız benim kızımdır… Bunu bana yapmayı çok
    isteği halde yapamadığı için ona yapmıştır… Çünkü
    onu küçük yaşta hapse girerek babasız bıraktığım için
    beni hiç affetmedi… Ama lütfen siz devam edin…
    Bu olaydan birkaç gün sonra babam öldü. Önce Nilgün,
    ardından babam… Nasıl bir rastlantıydı bu… Hayatta
    en çok sevdiğim iki insanı peş peşe kaybetmiştim…
    Bir gün eve gittiğimde annemi gözyaşları içinde
    babamın elbiselerini fakirlere, ihtiyacı olanlara
    dağıtmak için torbalara yerleştirdiğini gördüm.
    Babamın bir ceketini istedim annemden… Ne
    yapacaksın, diye sordu. Kim olduğunu sorma anne,
    birine vereceğim sadece, dedim… Pekiyi, sen
    bilirsin, deyip bir ceket uzattı bana, sonra da
    babamın diğer elbiselerini katlayıp torbalara
    doldurmaya devam etti… Babamın ceketini önce bir
    temizleyiciye verip temizlettikten sonra Ece Ayhan’a
    götürüp hediye ettim. O zaman Tarlabaşı’nda virane bir
    evde kalıyordu… Zahmet etmişsin, ihtiyacım olduğunda
    giyerim, dedi sadece… Aradan bir iki hafta geçti.
    Bir gün annemle oturmuş konuşurken, biliyor musun dün
    gece baban rüyama girdi, ceketini verdiğin adamı
    sordu, söyle ona dedi, ceketimi verdiği adam çok iyi
    bir insanmış, iyi bir şey yapmış, dedi… Sahi kime
    verdin o ceketi, diye sordu annem… Tanımazsın anne,
    sorma, diyerek gözyaşları içinde yanından ayrılıp öbür
    odaya geçtim…İşte sizin söylediğiniz o görünmez
    bağlar… O işaretler, o mucizeler…
    Daha konuşacak ne vardı ki; neredeyse sabah oluyordu,
    ama gözlerim kapanmak bilmiyordu… Kalkıp yanımdaki
    adama son kez bakıyorum ve ona veda ederken şunu
    soruyorum: Pekiyi, siz ne arıyorsunuz bu saatte, bu
    bankta kimi neyi bekliyorsunuz? O dingin, o
    gözyaşlarıyla biraz daha aydınlık bakan gözleriyle:
    Kim bilir belki de sizi bekliyordum, diyor… Bana
    hikayenizi anlatmanızı bekliyordum…

    Aramizdaki Görünmez Baglar Şiiri - Cezmi Ersöz Aramizdaki Görünmez Baglar Şiiri - Cezmi Ersöz şiiri Cezmi Ersöz şiirleri
    Paylaşın Telegram VKontakte Facebook Twitter Tumblr WhatsApp

    Yazarın Diğer Şiirleri

    Otobüsümüz Yolun Kenarında Öylece Duruyordu Şiiri – Cezmi Ersöz

    Bir Hayalet Şiiri – Cezmi Ersöz

    Yedek Sevgili Şiiri – Cezmi Ersöz

    Soru İşareti Şiiri – Cezmi Ersöz

    Vazgeçmedim Şiiri – Cezmi Ersöz

    Son Yüzler / Varoluşçu Boyacı Şiiri – Cezmi Ersöz

    Bunları da Okuyun

    Epigram Şiiri – Can Yücel

    28 Aralık 2021

    Yankılandım Da Duruldum! Şiiri – Alper Gencer

    29 Aralık 2021

    Gerici Şiiri – Arif Nihat Asya

    29 Aralık 2021

    Sevenler İçin Şiiri – Ümit Yaşar Oğuzcan

    28 Aralık 2021
    Bizi Takip Edin
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    Çok Okunanlar
    Ahmet Selçuk İlkan

    Sen Farkında Değilsin Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    Ahmet Selçuk İlkan

    Hasret dağları sardı Sen farkında değilsin Son umut sende kalsın Sen farkında değilsinBöyle sessiz duruşun…

    Ahretlik Demokrasi Şiiri – Ali Yüce

    29 Aralık 2021

    Unutamiyorum Şiiri – Ümit Yaşar Oğuzcan

    28 Aralık 2021

    Bayramlar Bayram Olsun Şiiri – Abdurrahim Karakoç

    28 Aralık 2021
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Şiirsiz kalmayın!

    İletişim: [email protected]

    Şiirler

    Bu Yağmur Şiiri – Necip Fazıl Kısakürek

    28 Aralık 2021

    Aciz Kaldım Şu Gönlümün Elinden Şiiri – Karacaoğlan

    29 Aralık 2021

    Bir Kış Şiiri – Cemal Süreya

    29 Aralık 2021
    Etiketler
    Karacaoğlan şiirleri Necip Fazıl Kısakürek şiirleri Abdurrahim Karakoç şiirleri Pir Sultan Abdal şiirleri Ruhsati şiirleri Agah şiirleri Aziz Mahmud Hüdayi şiirleri Ahmet Selçuk İlkan şiirleri
    Facebook Twitter Instagram
    • Anasayfa
    • İletişim
    © 2025 Şiirhane.
    Tüm hakları edebiyatın birbirinden kıymetli şairlerine aittir.

    Aradığınız şair veya şiirden birkaç kelime yazın.