Muhaîledât-ı hayatın içinde en parlak
Güneş, şu kubbenin altında şule-i ahlak.
Saçan bedayi-i sanat ki mabed-i hissin
Birer eizzesidir her nigâh-i takdisin.
O abidât-ı sevânih önünde pür-heyecan,
Kalışlarında geçen her dakıka-i iman.
Birer asır doğurur, incizâb-ı aşkından
Bulur bu nur ile râh-ı hakikati vicdan.
Fakat bu hâhiş-i sa’yin önünde nevmidi
Serâb-ı hâsiresi, bir ukab-ı tehdidi.
Dikenli bir uçurumdan kederle fırlatarak
Yanan o şule-i eşvâkı söndürür mutlak.
Bu intifa-yı küdüret bu zıll-i vehm ü kelâl,
Kaçar eizze-i sanattan orda sen derhal
Muhalledât-ı hayatın içinde üç yaprak
Çevir, Rübâthi Şikeste teranesinden ufak,
Büyük, derin yazılardan o nuru istihsal
Edersin artık o anda söner leyal-i melal.
Söner leyal-i melal’i nasılsa ağzımdan
Kaçırdım amma melalin karanlığı her an
Değil midir beşerin sinesinde bir deycûr,
Değil midir beşeriyet melal ile mestur?
Ölüm, şu hiss-i tefânî, bu nur-ı endişe,
Uyun-ı kibr ü gurura kederle tahrişe
Temayül etmemiş olsaydı, sanat-ı ibda,
Bu rütbe parlayamazdı; hakikat-ı ismâ,
İrâe etmeye bir sahne-i deha lazım,
Zekâ o sahneden olsun bu hikmete azim.
Deyip de başlamış erbab-ı sanatın kalemi
Kâğıtta, taşta diriltmiş bu hiss-i muhteremi.
Ağaçta, taşta belagat, bedayi ü ihsas,
Terane, girye, tedai, kaziyelerle kıyas
Ki cezr ü meddile cûşa gelir de bî-hareket,
Önünde bade-i ibretle mest olur hayret.
Hayali ayn-i hakikat eder, hakikati hiç,
Belayı saltanat eyler, cevahiri kerpiç.
Tuyûf-ı tâiri, hükm-i kader kadar sabit,
Sufûf-ı ceng ü cidali ebed gibi sakit.
Ölen duhûr-i esatir içinde ervahın
Dolaştığı görülür, canlanıp da eşbahın
Hayat-ı muzlimin altında hep hurafâta
Mümessil olduğu meşhud olur, hayalâta
Bu his, bu ruh u zekâ hep teessürat-ı elim
İçer bu bade-i şi’r ü füsunu zevk-i samîm.
Bu bade, bade-i muciz, bu hazz-ı ruhanî
İlelebet kalacaktır, bütün cihan fani
Olur, fakat bu bedayi kitab-ı hikmettir,
Bu neşve-i ebediyet şu şekl-i sanattır.
08.01.1337 Tıp Fakültesi Hastanesi, Haydarpaşa