seni hep gökyüzünün önünde düşünürüm
süreyya berfe
…
sevgili kırlangıç,
güneye, hep güneye uçan kuşlar yağmurun altından geçerken ne düşünürler acaba? su damlaları tüylerine vurmaya başladığında konacak başka bir yürek mi ararlar? bunları bana, güneşin ellerimizi yeniden ısıtacağı bir bahar günü anlatmalısın. o gün, kuzeyde kalmış olan bana, güneyin ışıklarını anlatmalısın. o zamana kadar, dinlenmek için konacağın ağaçlardan birinin dallarına, sen okuyasın diye, Ingeborg Bachmann’ın yıldızların göz kırptığı şiirlerle dolu “Büyük Ayı’ya Çağrı” adlı kitabında yer alan “Kuzey ve Güney” şiirini asıyorum:
“çok geç vardık bahçelerin bahçesine,
o hiçbir üçüncü kişinin bilmediği uykuda.
kar yağmasını zeytin dalında beklemekti istediğim,
yağmuru ve buzların gelmesini ise badem ağacında.
ama nasıl dayanabilir palmiye,
senin yumuşak yapraklardan örülü duvarı yıkmana,
nasıl yolunu bulsun yaprakları sisin içinde,
sen kış giysilerine büründüğünde?
düşün ki, yağmur ürkütmüştü seni,
açılmış yelpazeyi sana getirdiğimde.
sen onu kapattın. yitirdin zaman sezgini,
ben kuş sürüsüyle havalandığımdan bu yana.”
“Yüreğinin götürdüğü yere git” diyordu Susanna Tamaro. ama,
sevgili kırlangıç, sen giderken yüreğini yanımda bırakmamalıydın. gittiğin yere onu da götürmeliydin. çünkü, hala Bachmann’ın sözcükleri öpüp duruyor resmimizi ve kırık bir kemanın ezgisini çalıyor yaşadığımız hayat:
“ve nerede camı buğulatsam,
yine senin bir çocuk parmağıyla resmedilmiş
adın çıkıyor: masumiyet.
onca uzun zamanın ardından.”