Kendimi üflüyorum kendi cansız közümden
bir kır dumanı gibi bitkin bir ırmak gibi kendime sokularak
kalk diyorum dünya bir yanardağla öpüşüyor uzaklaş
Oysa bende açılan sakin bir derviş gözü ne varsa yapışıyor
nefes alan karınca, esneyen çocuk dili, piyanodaki parmak
uzanıp kirpiklerime asılıyor sudan hafif ne varsa.
Dokundukça dağılan bir hatırayım, al ipekte besmele
ve bir eşik, aşkla dudak arasına çekilmiş
sormadım hiç hangi yanım öbüründen tedirgin hangi yanım karanlık
sormadım hiç bir kız mıdır yaşmak mıdır bana teslim edilen
Dönüp bakıyorum da uzak bir komşu gibi akranım olan bana
bana ait çözülmemiş tek düğme benden başka öldürülmüş bahçe yok
Geceleri takvimlerden devrilen günleri okşuyorum
ve her sabah kalkınca yollara yol diyorum, kuşlara kuş, suya su
Çünkü bu hain dilim bir oymak kadar yaşlı hafızamı aldatır
evi barktan ayırır, kızı kızana salar, yurttan toplar çadırı
Çünkü benim kabilem bir avdan döner gibi yorgun bakar yüzüme
unutur bir çiçeğin adıyla solduğunu.
Hayret nasıl büyüyorum toprağım küçüldükçe
birkaç kendim oluyorum, aya çarpan yüzümü toplamaya çıkarken
aya çarpan yüzümü toplamaya çıkarken
birkaç renge ayrılıyor menekşe, birkaç kafes açılıyor aynı kuştan dışarı
Sınırlarım uzadıkça uzuyor
bir kıyıda alnımı buluyorum ötekinde alnımın izlerini
her yamaçta yaygımın bir parçası gözlerimin değdiği her yer beni öpüyor
Kendimi üflüyorum kendi cansız közümden
çünkü kendimden başka savrulacak bir kır yok tütecek gam yok burda.
Saatler günler aylar; oturmuş bekliyorum bu nabzı yorgun ateşi
bir öksürsem ağzımdan vitrinler dökülecek
sonra yanmış çıralar, ispirto fitilleri ve gevşek bakır teller
bir öksürsem gölge vurmuş dağlar kadar ıssız kalacak göğsüm.