olur ya, gün gelir kırılırsın, yalnızlık evin olur
ya da kaybolursun anılar ormanında
sesime tutun, siste seni arayan
gözlerine, o gencecik İstanbul’ un
unutmadım, unutmuş olamazsın
kalbimizde yürüyen o ışık ormanını
kapat gözlerini ve gel, o sıcak sihir
aksın yine parmaklarından bir dua gibi
yaşanmış bir aşkın tuzlu tenine
Maçka parkındaki çınar ağacı
ilk öpüşün ebruli tozlarıyla
on sekiz yaşında bir İstanbul’ u
bıraksın akşamları bir rûya gibi
yağmurun ıslak dudaklarına
unutuluş müziğinin notalarına
zamanın ağzında lirik bir şiir
gibi girsin gece gelen Haydarpaşa treni
saatini öyle kur ki geri dönüşün
hiç durmasın Dolmabahçe’ de zaman
cam pabucumun teki kalsın merhaba gibi
Beşiktaş iskelesinin merdiveninde
çıtır çıtır susamlı bir Ortaköy sabahı
biraz daha beklesin
meçhule giden geminin güvertesinde
kapanmadan su yolları kalbimde
her gece yıldız giyinen bir ışık şehir
ömrü ikiye bölen firuze nehir
gibi yıksın yokluk ülkesinin duvarlarını
zamanı yırtan spiral yörüngede
her zaman açık duran o gizli kapı
o yalnızlık kapısı, o tuzlu aşk
biraz İstanbul getirsin yokluğun masasına
buzlu bir kadeh rakı, bir dilim peynir
bir avuç buğulu erik tadında
biraz Mısır çarşısı, ipek çarşaflı bir gül
gibi koksun yatağım ölüm olmadan adım
son uykum aşk desenli olsun
biraz nihavent baksın biraz İstanbul
hiçliğin gözlerinde yokşehir
açmadan kapısını o karanlık ülkenin
iki dünya arasında bir köprü
kuran İstanbul’ un gözleri gibi
son kez maviye boya içimdeki renkleri
çıldırtan varlığına inat sonsuz yokluğun
yokluk olmadan adım
gel
kırılmış olmasan da
yalnız değilsen de gel
n’ olursun gel