Badem ağacına, çiçeğinden sual olunsa,
“Baharı bekleyin ve bunu saka kuşuna sorun! ”
diyecektir.
Yağmurdan kendini anlatması istenecek olsa,
“Tohum olun ve bunu toprağa sorun! ”
diyecektir.
Bir kayadan bilgi sorulsa, suskunluğuna dair,
“Kulaklarınızı tıkayın
ve bunu kalbinize sorun! ” diyecek
ve tutup daha derin bir sessizliğe gömülecektir.
Şairden de konuşması istenecek olursa, şiiri hakkında,
kimi şair saatlerce, belki günlerce konuşacaktır size.
İyi olan da budur belki.
Çünkü böyle biri, konuşa konuşa, şiirin gökçe haritasını
avucunun içi gibi serebilir gözlerinizin önüne.
Size su çektiği kuyuları,
tırmandığı burçları gösterebilir.
Elinizden tutup, meleklerle ya da cinlerle
çene çaldığı gök katlarını
ya da mağaraları gezdirebilir size.
Ne mutlu bunu yapabilen şaire!
Ve ne mutlu onu dinleyenlere!
Ama kimi şair de konuşmayacaktır sizinle.
Çünkü bakın, konuşmasını sevmeyebilir kimileri;
Belki beceremez de.
Ve kendisine şiir hakkında sorulduğunda,
“Rüzgârı dinleyin! der; geceyi dinleyin,
denizi dinleyin! der.
Şehirlerin uğultusuna kulak verin!
Şehirlerin, ormanların, mezarların uğultusuna…
Kulağınızı toprağa, ağaca, yastığa,
aşıkların kalbine, meczupların beynine,
hamile anaların karınlarına dayayın ve
Varlığın sesini oralarda dinleyin! der.
Bunları söyler ve susar;
belki ötesini bilmediği için,
belki sorulardan korktuğu için,
belki de, yalnızca şiirin sesi duyulabilsin diye
bunları söyler ve susar.
Bunları söyler ve susar,
kanatlarının hışırtısı duyulabilsin diye, şiirin!
Rüzgârın, gecenin, denizin;
kalemin, fırçanın ya da mızrabın sesi;
sessizliğin sesi,
uyumun ve kaosun sesi…
Ve olabilir ki, yeterince sessiz,
yeterince ‘büyük’ bir anda,
Tanrı’nın sesi
duyulabilsin diye,
tutar daha derin, daha büyük,
daha dokunaklı
ve daha konuşkan
bir sessizliğe gömülür.