Yiğite yiğit olmak yaraşır,
Yiğitlik taslamak değil, Han’ım!
Yiğit olmak da, pusatsız adem yanında
Pusatından hicap duymaktır,
Palanın ucunu göstermek değil, şahbazım!
Budur töresi, bahadırlığın.
Silahı omzundayken yiğidin,
Obanın seçilmiş beyleriyle
Ya, ana bir, baba bir kardaş gibi,
Yolu bir, izi bir yoldaş gibi danışmak,
Ya da taş gibi susmak
Düşmez mi, yiğide?
İki kardeş dilleşirken meydanda
Birine gözünü kırpman,
Hee, deyip cesaret vermen,
Ötekine hançer göstermen
Sığar mı bahadırlığa?
Diyelim ki, edepli edebinden,
Yüreksiz korkusundan pustu da
Sesini kısıverdi bugün;
Sessizliğin çığa dönüşüp yarın
Tepene inmesinden korkman mı?
Diyelim ki, bugün kılıcın zoruyla
Köylüye hükmün geçirdin,
Kapıları kapadın, yolları kestin,
Obanın başına da, deli Hatçenin
Bez bebeğini diktin Han diye;
Peki, gülmekten kırılmaz mı buna,
Komşu köylerin kızları, kızanları?
Gülerse kime güler el, gülerse kime
Güler yolda yolcu, mezarda ölü
Ve ana karnında daha doğmamış bebe?
Köyde bir yangın çıktı diyelim,
Kundakçıyla bir imecen yoksa, korucu başı,
– Ki bu elbette düşünülemez –
Dişini gıcırdat, saçını yol, tamam!
Ama, uyar mı, koç yiğitliğe
Tutup karargâhı köye indirmen?
Sana dağda kovalamak düşmez mi
Çakalı da, domuzu da, eşkıyayı da?
Beş tuğlu bahadırları da katıp yanına
Kırk yıllık itfaiye çavuşu gibi
Senin yangın yerinde işin ne?
Hadi bunu da geçtik, “Başka yerlerde, başka
Yangınlar da çıkar haa! ” diye konuşuyorsun;
Oldu mu şimdi, a Han’ım? Sormalı değil mi ama,
Kundakçının niyeti başka nedir ki,
Dedirtiverip bunu havasa
Ortalığı telaşa vermek değilse?