Bunları da Okuyun
Ahmet Haşim şiirleri
Ba’zan sarı bir çehre-i ru’yâ gibi hissiz. Tenhâ bir ufuktan görünürsün bize sessiz…Çehrenden akan hüzn-i ziyâ, hüzn-i müebbed. Her rûha…
Suda yorgun, muzî tecelliler Ediyor bir takarrübü ifşâ:Kuğular, leyl içinde, sîne-küşâ Geliyor, gözlerinde mestîler; Sanki mahmul-ihande keştîler Ki olunmuş nücûmdan…
Bu bir hayâl idi evvelce, fikr-i hâtiimin, Firâz-ı ufk-ı serabında dâimâ uçuşur: O handedir, o tebessüm, o nağmedir ki şiir,…
-Yine gülerkenGüldün; şeb-i şi’rimde bütün şi’r ü emeller Pür-hande, pür-aheng ü pür-âvâz döküldü; Mehtâb ü ziyâ, fecr ü şafak, nûr…
Daha pek yavru, pek küçükken ben, Büyük annem tutardı alnımdan, “-Bana bak, böyle güzelim! ” derdi. Sonra yeni parlayan aya…
Boğdum, sükûn-ı kahr ile, aşk-ı muhâlimin Vahdet-güzîn-i kalbim olan yâr-ı lâlini; Açmış o yerde kîn-i beşer şâh-bâlini Bekler tulû-i nahsını…
Bundan on beş, on altı sene evvel, Galatasaray lisesi sıralarında henüz bir talebe iken, aruz vezninin mukassi darlığı içinde ciğerlerinin…
Soğuk bir kış günü, karanfil almak için çiçekçi dükkânına girdim. Tatlı bir yaz hararetiyle ısıttırılan bi yerin havası, nibâti usarelerin…
Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek Oradan, Oradan düşmek ölmek istiyorum Cevf-i ye’s âşinâ-yı hüsrâna…Titrek Parıltılarla yanan mesâ-yı mezbaha-renk Dağılırken suhûr-ı…
Akşam… Sarı bir hasta semâ… Bir gam-ı mechûl… Sisler gibi tutmuş yine sahilleri eylûl, Bir hüzn-i müzehheb gibi durgun yine…
Bir gün yine biçâre kadın hasta uzanmış Tüllerde… Uzaklıkları bir sâye-i müthiş Bir dul gibi örterdi dumanlarla, elemle, Hep gölge…
Harp ve zafer, kolay bir iş değildir. Dünya savaşı, bunu bütün kavgacı milletlere öğretti. Şimdi Fransız toprağı üzerinde ölüm hayaletleri…
Annemle karanlık geceler ba’zı çıkardık; Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık Sessiz uzatır tâ ebediyetlere kollar… Gûyâ o zaman, bildiğimiz…
Ey eski kamer, sen bizi elbette bilirsin! Annemdi o nûrunda gezen zıll-ı mehâsin, Bendim o çucuk, bendim o simâ-yi tahayyür,…
Lâkin yetişir ey kamer, ey hüzn-i leyâlî Ruhum o kadar oldu ki mehtâb ile mâlî, Artık yetişir cûşiş-i pür-nûr-ı hayalin……
Daha pek yavru, pek küçükken ben, Büyük annem tutardı alnımdan. “- Bana bak, böyle dilberim” derdi. Sonra mâh-ı nev-incilâya bakar,…
Gece uykusunun en derin yerinde, keskin bir ısırışla fırladım. Elektrik düğmesini çevirdim. Karnı patlayacak kadar taze kanla dolu bir tahtakurusu,…
Hicrân-ı muhîtât solmuş, sarı, çıplak, Râkid, ölü bir havza düşen bir kuru yaprakSessizce nasıl izler açar, sîne-i mâda, Ey tûde-i…
Bir lamba hüzniyle Kısıldı altın ufuklarda akşamın güneşi; Söndü göllerde aks-i girye-veşi Gecenin âvdet-i sükûniyle..Yollar Ki gider kimsesiz, tehî, ebedi,…
“Mehmet Sait Bey’e”Bütün bizimçündür Nukûş-ı encüm-i vahdetle işlenen bir tül Gibi üstünde titreyen bu semâ; Gecenin dallarında şimdi açan Bu…