Kan yürüyor incecik damarlarından yapraklara,
sevda sözleri fısıldıyor rüzgar çam fidelerine
ki onlar har’lanmış gül tomurcukları arasından
derilmiş binbir sırdır sevgililer arasında söylenir sadece.
Bir de dağ doruklarından geçen al kanatlı turnalara söylenir.
Turnalar ki bazen gurbeti sılaya, bazen sılayı gurbete taşır.
Ve bir türkü yollanır ardından turnaların:
Allı turnam bizim ele varırsan…ya da
Gün vurmuş yar hayaline
Doyamadım ben tadına
Desem dil incitir demem
Kurban olayım adına
Şöyle mi söylemeli yoksa;
Güllerden taç yapıp başına koysam
İçinde birinin yaprağı olsam
Taşır’mıydın beni gül yüzlü yarim
Bir mevsim başında sararıp solsam
Derin gök yüzün de asılısın, derin sularına yöneldim
Derin sancılar içindeyim.
Düşlerde kavrulan
Bir mavi akşam
Aktı gözlerimden
Kan rengi Leyla
Duyuyor musun sesimi?
Titrek sesimin kırıntıları dökülüyor mu çevrene
Sesim bir pervane gibi dönüyor mu etrafında.
Elindeki papatya yapraklarının ucunda sararmış incecik.
Kıvrımları tutmaya çalış/etrafını dikkatle incele, gözünü aç,
vaktine düştüm, aç gözünü Leyla,
aç ve bak,
nice mahur besteler ekledik şarkılara nice sayfalar tarih kitaplarına.
Susuz kalmış bir ceylanın bakışlarında ıslandı yazmalarımız
Dillerimiz lal Üstümüz lekeli
Nice kanayan sessizlikler boşalttık
okul kapıların da bu ülkenin.
Ve şimdi acı’yı şiirin damarlarından yürütüp
kıyılarına boşaltacağım İstanbul’un
Ve şimdi milyonlarca kilotonluk kelimeler
patlatacağım Ankara’nın bulvarlarında.
Çünkü hücrelerim senin işgalinde,
İliklerime kadar sen olmuşum.
Çiçek yağmuru bakışından süzülen serabın,
bahar kokan sesinle gelen sevincin peşindeyim.
Ve bir ömür peşinden geleceğim.
Gönlümde ki ateşi sesin soğutuyor,
bulutlara yaslanıp ince ince yağıyorsun yüreğime,
umut ektin hayatıma, damarlarıma sevgi
Pompaladın, hayalle tanıştırdın beni.
Deniz’i, ay’ı, ay ışığını, şehri, gün’ü,
güneş’i tanıttın bana.
Yağmuru yaşattın, yağmur olup yağarak bedenime.
Kış’ı kış soğukların da ateşler içinde kavrulmayı öğrettin.
İlkbaharı, ilkbahar güneşinin altında ayrılık üşümeleri yaşattın bana.
Önce zindan dan ışığa, sonra tekrar aydınlıktan zindana attın beni.
Topraktan fışkıran bir gül fidesi gibi toprağından doğurdun beni
Ve sonra bu fideyi ateşlere attın.
Halden hale soktun,
kaptan kaba doldurup boşalttın beni.
Irmaklar gibi başımı taşlara vura vura okyanusuna akıyorum,
akıyoruz şimdi.
Bir yaprakcık gibi tutunduk kocaman gövdene,
tutunduğumuzu sandık, sanmaya devam edeceğiz,
Ufalayıp toz zerreleri halinde dallarından atıncaya dek.
Bir yağmura tutuldu içimin sonbaharı
Hiçbir mevsim bilmiyor kahreden bu hicranı
Hep çıldırtan bu ateş yanıyor derinlerde
Hiçbir ateş yakmıyor bu ateşi sultanım
Bir sağnaktır gözlerin iniyor göklerimden
Ve alevden deryalar kaynıyor dört bir yanda
Ah dinmiyor İstanbul dinmiyor bu dalgalar
Sabah olmadan unutuldu yağmurun tadı.
Geriye nemli gözleri kaldı Üsküdar sokaklarının.
Dağ gibi çöktün Çamlıca’nın omuzlarına.
Dağ dağ dağladın İstanbul kıyılarını.
Kıyıda ki minik park’ın çiçeklerinde deli rüzgarlar gibi dolaşıyor kokun.
Nemli bir soğuk gibi yürek kapılarından giriyorsun.
Kapı pervazlarından sızıyorsun İstanbul gecelerinin.
Mavi bir sızı gibi, çılgın bir gün hüzmesi gibi,
bütün dillerden yükselen ağıt gibi,
bütün şarkılarda seslenen nağmeler gibi,
kor külçeleri gibi dökülüyorsun İstanbul gecelerine.
İstanbul gecelerinde görülen rüyalara sızıyor,
uykularını kemiriyorsun genç kızların.
Güneşin kalbi insin kalbine Leyla, sus Leyla,
serin ol Leyla, Leyla ah Leyla.
Vakit gidiyor dönüşü yok bu kervanın
en içli türküleri içiyorum zifir gecelerde.
Aç kapını ve gör
şehrayn denizlere düşüyor vaktin
vakit gidiyor lal lal’dır ebediyyen
oturur bir siyah taş gibi yüreğine
koynuna bastırdığın fotoğraf
Bastır sesini tümseklerin, vahaların, çöllerin.
Bastır ve sustur sesini vaktin.
“Mor kıvılcımlar geçiyor darmadağın gecelerimizden,
acı’dan oyalarla etrafını süslediğimiz nice mendiller
çürüttük biz bu zifir gecelerde-Leyla.
Senin mendillerini ise çatlayan damarlarımıza bastırıyoruz”
Biliyorum Leyla
sözümü bıçak gibi kesecekler,
daha senin adını anmadan kül olacağım ben.
“Adın kurtuluştur, ama ben söylememeliyim,,
İşte böyle türküler çağırmalıyım, her renk’ten,
her ses’ten her dilden ki,
herkes kendi dilince, rengince anlasın.
Gülleri çiçeklenir, çiçekleri dillenirdi
sen gülünce İstanbulun.
Ağladığında sonbahar, güldüğünde ilkbahardı
ve kanaryalar kanatlanırdı sesinden.
Özlediğinde gurbeti, kızdığında rüzgarı,
sevdiğinde sılası, tebessümünde vuslatı,
hüznünde bayramı kanatlanırdı İstanbul’un.
Her kıyısında, kıyılarının her taşında
alevden dalgalar gibi vuruyorsun yüzüme,
kabarıp yitiyor gülücüklerin beyaz köpüklerde.