‘İşte çevrende hışırdıyor dalga; ve sen dalgasın; orman; ve sen ormansın, iç ve dış diye iki ayrı şey yok artık, kuşsun ve uçuyorsun havada, balıksın ve yüzüyorsun denizde, ışığı emiyorsun; ışıksın, karanlığın hazzına varıyorsun ve karanlıksın. Yollara vuruyoruz, ey ruh, sularda yüzüyor, havalarda uçuyoruz, gülümsüyor ve narin ruhsal parmaklarımızla kopmuş iplikleri yeniden birbirine bağlıyoruz, yok edilmiş titreşimleri mutluluk içinde diriltip sürdürüyoruz yeniden. Tanrıyı aramıyoruz artık, Tanrı oluyoruz. Öldürüyor, birlikte ölüyoruz; yaratıyor, düşlerimizle yeniden diriliyoruz, en güzel düşümüz mavi gökyüzüdür, en güzel düşümüz denizdir ve balıktır en güzel düşümüz, neşe saçan aydınlık sestir, neşe saçan parlak ışık – hepsi de düşümüzdür bizim, hepsi de bizim en güzel düşümüz. Az önce öldük ve toprak olduk. Az önce gülmeyi keşfettik. Az önce gökyüzüne bir burç kondurduk.
Çın çın sesler geliyor ve her ses annenin sesidir. Ağaçlar hışırdıyor ve her biri beşiğimizin üstünde hışırdadı. Yollar yıldız biçiminde ayrılıyor birbirlerinden ve her yol bizi sılaya götürüyor.’