Sabahleyin işe nasıl gidiyorsun diyeceksin.
Dört yıldır Kalamıştayım
Pasaklı bir denizle türlü cilveler içinde
Hele akşamları bir sevişiyorki bulutlar
Görülmedik bir renkli kıyamet alıyor irsanı
İşte sabahleyin böyle bir denizin kıyısından
Kurbağlı köprüsü ve süleymanpaşa tarikiyle
Ve de kimsenin tafra ve safrasına uğramadan
Dost ayaklarımla konuşa konuşa iskeleye iniyorum
Kuşak farkı filana yormayın
Gerçekten iskelenin eski günleri kalmadı.
Bir telaş, bir telaş
Bi tedirginlik, bi itiş kakış
Polisler jandarmalar cemseler çoğu kez
Kimsenin kimseye edecek bir sözü kalmamış gibi
Bir suskunluk
Bir kızgınlık sanki
Upuzun kuyruklar halinde.
İşte böyle bir iskeleye
Bitli baklanın kör alısı bizlere
Bir video komuşlar.
Üstümüzden sesleniyor soylu girişken dört bir yana
Sayın iş adamları diyor adamlarına
Kadıkoy iskelesinden günde yüzyetmişbin
Ayda beşbuçuk milyon kişi geçtiğini biliyormusunuz diyor.
Mal gibiyiz ortalıkta
Bir allahın kulu çıkıpta
Yüzyetmişbinin birine
Sabahın bu kör karanlığında
Nasıl edipte buralara gelebildin demiyor
Sormuyorda.
Renkli bir superşovda iri bir kadın
Ve onun kirli siyah kalçalarında
O yüzsüz reklamlar
Çocukluğumdaki aktar şekerleri gibi
Pis bulaşık veresiye
Vıcık vıcık bir yeşille üstümüze akıyor
Ve böylece
Gün içinde kuşandığımız bu çile yetmezmiş gibi
Sırıtık sarı bir ezeyette
Zor bulup vapura giriyoruz.
ve arkamızda bir gariban sürüsü
Şaşılacak bir telaşla
Hemencecik batmış bu süperşova
Hikmeti zor bulunur ayrı bir keyifle
Hani utanmadan bir sonraki vapura kalıyor.
Lüks farkı bu memlekette
Her zaman kel başımızın tacı
Ve de değişmez belası olmuştur.
O kalkmaz da,
Toplumdaki şu sınıf farkımızla
Vapurlardaki mevki farkı
Halloldu gitti çok şükür.
Ama yine de
Örnek Tepeli Şükriye
Ne onların yüzü
Ve ne de şamın şekeri diye
Girmiyor o birincinin salonuna
Gelip konuyor usul usul eski yerine efendice.
Ve işte bizler de böylece
Kaynaşmış yek vücut
Ve de sınıfsız bir millet olaraktan elele
Medarı iftiharımız bu kahrolası kargaşada
Nerde ayaklarımız yerden kesiliyorsa
Ordan sürükleniyoruz götürüldüğümüz yere böyle.
İyi yolculuklar sayın yolcular
Bir dakkanızı rica ediyorum
Diyen bu günümüz insanı
Bi tuaf müteşebbis
Burda da çıkıyor önümüze
Elimde şu gördüğünüz bit tarağını
Reklam olarak ta Amerikadan getirttim
Diyor vatandaşlarıma
Ve ayrıca her bir tarakla böyle
Bir de terzi sabunu takdim edeyorum diyor.
Bir şeyler diyorum içimden.
Her halde şu anda
Böyle bir vapurda değilsinizdir.
Vapurlar yirmi dakkada alır köprüyü
Haydarpaşadan sonra
Hani o askerlikteki gibi
Çaycılar girir alana yanaşık nizamda
Çay benim çay derler
Çayınız geldi derler bir avaza.
Çoğu kez
Batıdan gebe o almak çekiminden
Bi ince bi kibar olurlar sanki
Çayınızı almazmısınız bile derler.
Ama geminin başında o örnek Tepeli Şükriyenin yerinde
Nedense bozulur bu incelikleri
Üstü başı horgörmüşlere dinelen o bobiler gibi
Haşin olurlar
Kaba olurlar kendi insanlarına.
Para paralar
Açılmasın aralar
Parayı vermeden gitmeyelim derler
Ve bazı gurbetçilere bakarlar da şöyle
Parayı peşin bile istedikleri olur.
Geminin rahat yeri
Baştaki güvertedir.
Ordaki insanlar
Çoğu hastır sıcaktır
Oyunsuzdur konuşmaları düpedüz.
Kimi selamünaleyküm diyerek
Gelir bir yanına oturur
Çoğu da bu selama karmadan
Katılır güzelce söze.
Yabancıdırlar bu ne idüğü belli şehre
Nerelerden çıkıpta gelmişlerdir
Durur da sorarlar.
Meraklıların keskini
Birinci dünya savaşında
Zahmet edip ta buralara gelen
Toprağa ermiş İngilizin
Haydarpaşadaki mezarını sorar.
Nerden, nasıl kalmış
Toplu tüfekli bu ağaçlık.
Ama hiçbiri
O italyan mimarının becerdiği
Hastaneden dönme Haydarpaşa lisesinin
Çirkin yapısını, gülünç kulelerini sormaz.
Murat Selimiye Kışlasıdır.
Sorular burda üretilir.
Çoğu kez sıcak bir ses dönüpte şöyle
Hani bilmişken de sorar bu oturmuş yapıyı
Yılını, yapanını sorar
Selimiye dersin
Burdan sefere çıkmış Türk askeri
Bağdat dersin, Şam dersin
Her nedense tümüyle mısır dersin.
Bunlar sana öğretilenlerdir
kolay dersin de bu marifetleri
Bir de yaşadığın günler gelir aklına.
Yetmişbir yılının oniki Martı
Paşaları muhtıraları
polisleri jandarmaları
Bu taş duvarlara kapatılan insanlar
Bırakırsın soru soran gurbetçiyi fütuhat keyfinde
Varır bu yol kendin düşünürsün.
Gecelerin karanlıkları
Zaman dinlemeyen saatler
Duymak istemediğin seslere yağan o kara yağmur
Tomsonlar
Kapılar kapılar
Yerlerde kitaplar
Daldırır gidersin.
Derken o bit tarağının sahibi
korkusuz müteşebbis çıkagelir
Sıra bu sefer başgüvertenindir
Başlarsada hemen sayın yolcular’a
Bu kez tutturamaz kirişi
Kalkar külyutmaz vatandaşın biri yerinden şöyle
Sabırların sınırıyla kovar herifi.
Kızkulesi bir gelindir.
Üsküdarın Hareminden kaçmış deniz ortasına
Sırtında ince beyaz bir gecelik
Hala üşür ürperir sanki.
Öyküleri türlüdür bu kulenin
Her aklına gelen birşey uydurur.
İmparator Kostantinin kızını sokan o yılan
Bilmem hala ordamı
Epey ihtiyarlamıştır.
Karşıda Topkapı bir nazlı edalı
Onun da nazını çekecek kimse kalmadı.
Bir delişmen şu martılar
Kanatlar içinde bembeyaz
Arkamız da Boğazın Köprüsü
Rüzgar ortasında
Beyleri geçirir.
Sabahın kalimera rumun yerlisi
Gözüktü artık Galatalı Ceneviz
Onun Kulesi
Ve karaköy iskelesi
Güne batmış bal çanağı gibi
Kıvıl kıvıl insanlar içinde.
Bir kere yandı da
Zor kurtulduk.