Gök gürledi,
Bulutlar;
Damla – damla
Eridi – tükendi,
Ve bir anda
Gök boşluğunca
Özgürlükten arınıp
Denizle – toprağa
Tutsak düştü,
Gök’le – yer
Doyasıya öpüştü;
Yağmurdan sonra beliren,
Esrik bir rüzgâr
Gibi esen
Yedi renkli gökkuşağı,
Gökyüzünden
Yeryüzüne düğümlendi..
Öylesine buğulu – coşkulu
Bir düğümlenmeydi ki bu,
Gecelerce görünmedi,
Gündüzlerce
Bulut – bulut
Yaprak – yaprak,
Dal – dal
Çiçek – çiçek,
Derinden – derine
Ürperdi,
Bir asma köprü gibi
Gök’le – yer arasında,
Martıların
Beyaz kanatlarının ardında,
Gözlere sığmayan,
Yürekleri okşayan,
Çizgi – çizgi
Pırıl – pırıl
Parmak kalınlığında
Yayını gerdi,
Mavilikler,
Dalga – dalga
Bu büyülü
Kemerin altında
Eriyiverdi..
Gökkuşağının içinden,
El – ele
Gönül – gönüle
Güle oynaya
Geçen çocuklar,
Sonsuza dek
Mutlu oldular,
Kıvançla doldular;
Bulutlara – rüzgârlara
Yaklaştıkça – kucaklaştıkça
Ele avuca sığmayan
Sanki birer yıldızdılar,
Şarkılar söyleyerek,
Birbirlerini kutladılar,
Bakışlarını gülücüklerini
Tümleyerek,
Birbirlerinin saçlarını
Okşayarak – severek,
Kuşlar gibi cıvıldaşarak
Mutlu yarınlara
Minik yüreklerini adayarak
Alabildiğine koştular,
Işık – ışık
Gizle doldular
Derinliğine kayboldular.
Uzun süren
Bir yolculuktan sonra
Renkli kemere ulaşmışlardı,
Niçin kızlar erkek
Erkekler kız olmamıştı?
Bir eski öykü
Canlanmamıştı?
Oysa gökkuşağını
Gerilerde bırakmışlardı,
En sevdikleri renkleri
Tutup ararlarında paylaşmışlardı,
Bir düş müydü gördükleri
Uyandıramadıkları,
Rüzgârların
Uğultulu sesini
Anımsayamadıkları;
İki adım öteye
Sıçrayamadıkları,
Minik elleriyle
Tutamadıkları neydi?
Nerdeydi
Doruklardan taşan
Engin yaşantılarındaki
O görkemli bahçeler?
Karanfiller, kırmızı güller
Ve tüm renkli çiçekler
Gökkuşağına mı yansımışlardı?
Kokularından arınıp
Dalga – dalga
Yerden göğe mi uzanmışlardı?
Renkler
Gölgeler boyu
Tırmandılar,
Mavi – mavi
Koyu – koyu
Bulutları – yıldırımları
Kovalayarak,
Avuç – avuç
Rüzgârlara tutunarak
Yıldızları okşayarak,
“Ay – dede” ‘ye ulaştılar,
Altın sarısı renkli
Sivri kuyruğuna,
Denizlerin
Maviliklerinden kopardıkları
Tüm dalgaların,
Köpük – köpük
Beyaz, bembeyaz
Yankılarını bıraktılar..
Daldan – dala
Sıçrayan serçeleri
Kıskandırırcasına,
Ayça’ya doğru
Koştular,
Kanatlandılar, uçtular
Birer – birer
Üzerine kondular;
Sevinçleri doyumsuzdu,
Yürekleri korkusuzdu,
Yiğit birer er gibi
Dağları – tepeleri
Ölü denizleri
Aştılar,
Dev evrenlerindeki
Sarı altın topu oluşturan
Ay – dede’nin
Pırıltılı yumağına,
Adım – adım
Ulaştılar..
Ilık bir esinti,
Üç – beş damla yağmur
Çocukların,
Minik burunlarını
Okşadı – ıslattı;
Gökkuşağı,
Işıklı gözlerinde
Büyüyerek – küçülerek,
Gökboşluğunda
Görkemli yayını yitirdi,
Taze anılarının
Renkli sessizlikleriyle
Tümleşerek
Ve gülücükleriyle
Öpüşerek
Boyutlu düşlere dönüştü..
Gözlerini
Boncuk – boncuk
Açtıklarında,
Pembe – pembe
Çevrelerine baktıklarında
Gökkuşağının,
Bir salıncak gibi döndüğünü
Ve ellerinden tutarak,
Buluttan – buluta
Atlatarak – koşturarak
Yuvalarına
Doğru sürüklediğini,
Güle – oynaya
Odalarına – yataklarına
Götürdüğünü,
Duvarların – eşyaların
Oyuncakların
Gülümsediğini – seviçlendiğini
Gördüler,
Yarım kalan
Bir yolculuğa
Doyamamanın
Burukluğuyla irkildiler,
Yürekten üzünçlendiler..
O güzelim renkli düşlerini
Bir kez yakalamak,
Peşinden koşmak için
Gözlerini
Yeniden yumduklarında,
İnci gibi
İki – üç damlanın
Yanaklarından kayarak,
Yastıklarında
Gökkuşağı örneği
Çember – çember
Dağıldığını,
Islanmış o ipek
Saçlarına karıştığını
Anımsadılar,
Düşle – gerçek arasındaki
O cambaz telini
Andıran çizgiye tutunamadılar,
Mutlu olamadılar;
Kısa süren bu gezinin
Tadına varamadılar…
Birden – derinden,
Cennet’in
Ayaklarının altında
Uzandığını bilmedikleri,
Tanrı’nın eşi
Annelerinin
Ilık soluğuyla
Doldular,
Biranda
Onun
Yürekten çağıran
Sesiyle uyandılar;
Yitirdikleri
Renkli düşleri nedeniyle
Yaşamları süresince
İçtenlikle gülümseyemediler,
Büyümek – serpilmek
İstemediler,
Özlem dolu düşlerine
Yenik düştüler,
Üşüdüler.
I.
Ülkemizde,
Türkiyemizde,
Yüz bin kişiden
Kırk bini çocukmuş,
Cumhuriyet’imizin
Onuncu Yılı’nda,
1933’ün
Ekim yirmi dokuz’unda;
Büyük Atatürk’ün
Mutlu buyruğunun altında:
“On yılda on beş milyon genç
Yarattık her yaştan”, diye diye
Gırtlaklarını yırtarcasına
Çocuk yaşlarında
Kıvançla coşanlar,
Onuncu Yıl Marşı’nı söylerken,
O’nun ulusu
Birbirine dayalı,
Bağlı – saygılı
Kenetlenmiş
Bir yumruk gibiydi..
Aradan geçti
Tam kırk altı yıl,
“Her yaştan” değil,
Salt çocuklardan oluşan
Ve de sevi’ye susayan
On altı milyonluk
Bir yavru ordu’ya
Kavuştuk..
Yoksulluğa,
Okulsuzluğa,
Yalnızlığa bırakılmış,
Yaşantı’dan
Bugünden değil
Dünden usandırılmış,
Oyuncak görünümlü
Oyuncaksız,
Giysisiz, bakımsız,
Barınaksız – şarkısız
Çocuklardan
Oluşan ordu’nun
Tutabiliyor musun
O güzelim,
O cılız
O minik ellerinden? .
Çekebiliyor musun
Varlıklarını tümden
Bağrına derinden? .
Güvence verebiliyor musun
Yarınlarına,
En güzelinden? .
Sararmış yanaklarına
Bir mutluluk öpücüğü
Bırakabiliyor musun? .
Yalnızlıklarına
Ortak olabiliyor musun? .
Karanlıklarını görebiliyor,
Aydınlığa değil
Bir avuç
Işık demetine dönüştürebiliyor musun? .
II.
Dört milyarı aşarı
Dünya nüfusu’nun,
Bir buçuk milyarı
Çocuklardan oluşuyormuş;
Bunun bir milyar’dan çoğu
Gelişmemiş-serpilmemiş,
Az gelişmiş-yeşermemiş
Ülkelerin çocukları,
Asya’lısı-Afrika’lısı,
Denizlerin ortasında
Köhne tekneleri
Vatan bilmiş,
Açlıkla savaş vermiş,
Kıvır-kıvır saçlı
Vietnam’lısı-Madagaskar’lısı,
Kamboçya’lısıGüney Amerika’lısı..
Oysa
Süt’ün tadını değil,
Rengini bile bilmeyen,
Üzünçlü annelerinin
Çekilmiş memelerinden,
Bir kez olsun
Kana-kana
Süt yudumlayan,
Doyamayan,
Sarılacak
Sıcak bir bağır,
Başını dayıyacak
Sağlam bir omuz
Bulamayan;
Gülemeyen-ağlamayan
Milyarı aşan çocuklarla,
O iç açıcı
Siyah, yeşil, mavi gözlü
Renkli bulutlarla
Dolabiliyor,
Yumuşak saçlarından
Tutabiliyor,
Okşayabiliyor musun?
III.
Çocuklarla dolmadıktan,
Onlara yaklaşmadıktan,
Koklamadıktan-kucaklamadıktan;
Sorunlarına
İçtenlikle bakmadıktan,
O küçük,
O ürkek,
O buruk bakışlarını,
Acı gözyaşlarını
Gözlerinden bulmadıktan,
İçine akıtmadıktan sonra
Kimin yılını
Renklendirmek, çiçeklendirmek
Ve taçlandırmak;
Büyüklerin
Kendilerini avutmaları uğruna,
Hangi mutsuz miniklerin
“Çocuk Yılı”na katılmak;
Sevinmeyi unutan değil,
Adını bile
Bilmeyen-duymayan
Çocuklara
Neyin bayramını kutlamak,
Onları onurlandırmak? .
Bırakmak, bırakmak tümden
Yaldızlı-pırıltılı
Sözcükleri,
Yapmacık gülücükleri;
“Yarının büyükleri”ne
Selam göndermek,
Birer-birer övmek
Ve övünmek yerine,
Onlar adına
Bizlerin kutladığı,
Törenler yaptığı
Bu mutsuz günlerinde,
Üzünçlenmek-dövülmek;
Çocuklardan utanmak
Ve bağışlanmalarını
Dilemek gerek..
IV.
Yoksulluklarının-umarsızlıklarının
Üzerine gidebiliyor;
Engebeli dar yollarında,
Çıkmaz sokaklarında
Ellerinden tutabiliyor,
Yarım kalmış
Renksiz düşlerini
Renklendirebiliyor,
Sevince dönüştürebiliyor,
Yaşantıyı ve insanları
Sevdirebiliyor muyuz?
İşte o gün
Çocukların
Günüdür-yılıdır
En güzel bayramıdır..
Ellerini çırpmasını,
Kollarını açmasını,
Şarkılarını tümlemenin
Mutluluğunu tattıkları an,
Onların ışıklı,
Onların kıvançlı,
Onların görkemli,
Onların sevinçli
Çığlıklarıyle
İçimiz dolacaktır..
Minik serçeler,
Yeşil dallarda
Şakıyarak
Bu çığlığa koşan,
Onu kanatlarıyla okşayan
İlk dostları olacak,
Renkli kelebekler,
Minik böcekler
Bu çığlığı paylaşarak,
Kimseye bırakmayacak,
O güzelim çocuklar,
Yaşamları boyu
Yalnız kalmayacaklar,
Tek başlarına ağlamayacaklar.
“TÜRK ÇOCUKLARI”
“Türk çocukları Türk çocukları
Gözler ileri başlar yukarı
Yarınki hayat yurt ufukları
Herşey sizindir Türk çocuklar
Çocuklar aziz vatan malıdır
Ulu ağacın birer dalıdır
Yardım görmeli bakılmalıdır
Özü ateşli Türk çocukları”.
Bundan
Kırk yıl önce,
Çocuklar okullarına
Giderken – gelirken,
Soluk alıp – verirken
Bu şarkıyı söyledi:
“Gözler ileri
Başlar yukarı”, derken,
Kıvançla irkilirlerdi..
“Çocuklar
Aziz vatan malıdır”,
Yarının en büyük
Varlığıdır;
Yeter ki “gözler ileri”
“Başlar yukarda” olmalıdır;
“Yardım görmeli bakılmalıdır”..
Yıllar sonra,
Bu güzelim
Görüşleri – sözleri
Ve yalın dilekleri
Yerine getirebildik mi?
Bu düşsel öyküleri
Gerçekleştirebildik mi?
En güvenilir kaynağımıza
Yani çocuklarımıza
Sahip çıkabildik mi?
Onlara,
“Ulu ağacın birer dalı”
Gibi ellerimizi uzatabildik,
Hor görmeyip
İçtenlikle sarılabildik,
İçtiğimiz anda
Bağlı kalabildik mi?
Bakımsızlıktan,
Kırılıp dökülen;
Sağlıklı yaşamanın
Ve de sağlığın
Ne olduğunu bilmeyen,
Yüzü bir kez bile gülmeyen,
Eğitime susuzluk,
Sevecenliğe
Özlem çeken
Milyonlarca çocuğumuzla mı
Dünya Çocuk Yılı’na
Katılacağız;
Şenlikleri onurlandıracağız?
“Çocuk Islah Evleri”ndeki
Binlerce çocuğumuzun
Gözyaşlarını dindirmeden mi,
Yuvadan yoksun,
Dokuz milyon çocuğumuzun
Sorunlarının üzerine gitmeden mi
UNICEF’in (*) çağrısını
Değerlendireceğiz kıvançla?
Büyüklerin,
Parlak söylevlerle
Birbirlerini kutladıkları
Törenlerle mi,
Her tür yardımdan,
Çocuk denli yaşamdan
Yoksun çocuklarımızı
Ödüllendireceğiz? .
Büyüklerin,
Salt çocukları değil
Birbirini unuttuğu;
Gençlerin acımasızca
Birbirini vurduğu
Ülkemde,
Kim onlara korkusuz,
Yarınından kuşkusuz
Aydınlığın
Demetini sunacak
Pırıl – pırıl?
Kim karanlıklarını
Kökünden yıkacak?
Kim onların
Buruk bakışlarını okşayacak,
Acı gözyaşlarını durduracak? .
Kim sofrasında aş
Yalnızlığında arkadaş,
Kavuşamadığı okulunda
Sıra,defter, kalem, olacak?
Doğum yaparken
Her yıl
Elli bin ana’nın öldüğü
Ülkemde, Türkiye’mde
Anasız – bağırsız kalan
Çocukların-yavruların
Ellerinden kim tutacak,
Üzünçlerini unutturacak?
Onları
Mutlu yarınlara
Kim ulaştıracak?
Her saniye
Dört bebeğin
Doğduğu dünyamızda,
Çocuklar,
İster beyaz,
İster sarı,
İster siyah
Irktan olsunlar,
Yeter ki yaşamları boyu
Mutluluklarla dolsunlar.
(*) UNICEF: Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Örgütü