-Bir Hatıraya-
Genç adam… Ne için gamlısın sen yine?
Elemli gölgeler sinmiş hep çehrene…
Bir uzak hayali yaşıyor gibisin,
Hasta bir hicranla titriyor bak sesin.
Ne için, ya ruhun ağlıyor derinden…
Yıldızlı geceler mi dolar oraya,
Yoksa nazlı ayın gümüşlü kalbinden,
Sihirli nağmeler… mi akar ruhuna.
Bu kalbin melâli nedir söyle gel!
Ölmesin, ruhunda süslenen o emel
Samimi kalplere söylenen kederler,
Bulutlara eştir: sönerler, giderler.
Anladım! … Söyleme: Ne gece, ne yıldız,
Yaşıyor orada şafaklı bir genç kız.
-Çok güzel buldunuz… Lazım mı gizlemek,
Ruhumun kanayan acılarını,
Geliniz, kâbilse onları dinlemek…
O bîkes o acı hıçkırıklarını.
Tatlı bir serinlik, bir nesîm-i seher,
Bir sabah rüzgârı esiyor ruhuma,
Doğuyor orada karanlık bir keder,
Sönmüş bir hatıra, hicranlı lerzeler:
Eflâtun renkli bir semanın altında
Bir akşam gurubda, benimle gezmişti.
“Bir çiçek ne kadar yaşıyor? ” sordum ben,
Titreyen bir sesle: “Gâyet az” demişti.
Sıkarken son defa o penbe elini,
Ruhumun kopardı hasta bir telini.
(Servet-i Fünûn, Nu.:1392, 9 Mayıs 1918, s.223)