Sen ki Hatem-i Embiya/ Sen ki Fahr-ı Âlem
Mümkün müdür dil söyleye/ vasfeyleye kalem
O yoktu yeryüzünde
Gecenin örtüsü vardı gündüzlerin yüzünde
Bir rüzgâr esiyordu küfür kokulu
Bedevîlerin yaleylince
Tozuyordu bu rüzgârda karanlık
Çöldeki kumlar gibi
Korkular yalındı
Öfkeler kalındı/ sevgiler ince
Meltem yoktu seherde/ güller yoktu baharda
Sessiz ve alev gibiydi ağıtları anaların
Acının hançerini sabırla biler gibi
Çöl sıcağında yanakta donuyordu gözyaşları
Acılar yüreklere kor gibi gömülüyordu
Toprağa diri-diri gömülen sabiler gibi
Zulmü küfrü harç ederek sanata
Kendi felaketini eliyle yapıyordu
Zaman ki zulüm renkli/ kin ve öfke dokulu
Puta/ Lat’a/ Menat’a tapıyordu
Allah’ın kulu
* * *
O vardı gökyüzünde
O’nsuz dönecek devranın nice turu vardı
Adı yazılıydı Allah adıyla
Nice Nebî göçüp gitti O ismin yâdıyla
O yokken yeryüzünde gökyüzünde nuru vardı
Bir özge nur ki ışığı bin güneş kadardı
Ondan önce gelip geçen Nebiler
O muazzam nura “lebbeyk” dediler
* * *
Ve bir rüzgâr esti ıtır kokulu
Melekler indiler yeryüzüne kanat-kanat
Bereket kaynıyordu çölde
Kumlar gibi
Öyle bir aydınlandı ki kâinat
Nura kesti gökle yer
O’nu istikbale gelen Nebiler
Kaldılar gün ışığındaki mumlar gibi
Ayrılık zulmetin bağrını deldi
O geldi
* * *
Gönül bahçemdeki bir güle sordum
“Güzel Muhammed’in terinden misin”
Güldü gül/ gülüşü müsbete yordum
Dedi “Yüzeyden mi derinden misin
Olaydı O terden bir katre bende
Ederdim âlemi kendime bende
Almışım O terden bir nebze ilham
Kokumuz/dokumuz uymasa ne gam
O ilhamı arar bahçeler bağlar
Bülbül o sevdayla dalımda ağlar
Her bahar lûtfuna ermek dileğim
O’nun kokusunu vermek dileğim
Boşuna değildir dikenim elbet
O’na âşık/ O’na sâdık bir ümmet
Okşuyorken açılan güllerimi
Kanatırsa dikenim ellerini
Bir damla kan yaprağıma düşer de
O mübarek kanın düştüğü yerde
Muhammed aşkına açarsa bir gül
İşte ben o güle derim ki gönül
Solar mı kâinat durdukça o gül
Ölür mü o güle sevdalı bülbül
İşte açtım duvağımı/ tülümü
Gerçek âşık isen kopar gülümü”
* * *
Irmaklar/ deli çaylar koşarlar denizlere
Yolunu kaybedenler at sürerler “iz”lere
Kibrimize dost edeli İblis’i
Şaşkınız/ bir yol göster ey Allah Sevgilisi
Yine bir rüzgâr esiyor katedral burçlarından
Fırtına var/ denizler karıştı
Toz-duman içinde izler karıştı
Bulutlar kapladı üzerini Hilal’in
Çok uzaktan geliyor sanki sesi Bilal’in
Taştık yataklarımızdan deli dereler gibi
Varılacak denizi şaşırdık
Düğümlendi cümle yollar yolsuzluk kavşağında
Uçurum kenarında dar patikalar
Bizi sana getirecek izi şaşırdık
Güman sensin Ya Muhammed güman sensin
Tut elim Ya Resulallah aman sensin
On dört asır gelip geçti kuş kanadında
Vakit dursun ayarında Tekbir’in
Zaman Sensin
Nefis yelkenimiz poyraza açık
Kibir sancağımız dimdik
Nereden geliyorduk/ kimdik
Dinmeyecek bu zulüm fırtınası
Yine deli-deli dönüyor dünya
Ya Habib-i Kibriyâ
Sığınacak liman sensin
* * *
Felah uzanan yolun o aydınlık izi sende
“Sidre-i Müntehâ”ların akıl almaz gizi sende
Silebilsek sinemizden kibir denen kara ben’i
Bulabilsek lûtfun ile o bembeyaz “biz”i sende
Yaktığımız kandillerin çevresinde pervaneyiz
Bilmeyiz ki sevgilerin/ sevdaların özü sende
Sen ki Allah sevgilisi/ biz ki birer divaneyiz
Seni saran gönüllerin özü gören gözü sende
Şefaat Ya Resuallah/ yıkıldık bir viraneyiz
Hâlâ Hakk’ın “Ümmetini bağışladım” sözü sende
* * *
Ya İlahi o sonsuz kudretin hürmetine
Bizlere lûtfettiğin nimetin hürmetine
Leyle-i Kadr hürmetine Ya Rabbi
Mi’racının hikmetine Ya Rabbi
Resulünle görüştüğün an için
Ulu emrin Hazreti Kur’an için
Ya İlahi Muhammed hürmetine
Merhamet et Muhammed ümmetine
Âşina kıl her dem bizi ezana
İsyanımız ile çekme mizana
Ver Allah’ım rahmetini giyelim
Mahşer günü “Ya Muhammed” diyelim