IV.
biz size matematiği verdik. hesaplayın ve bilin diye. yakamozları oluşturan ışığın kaygısını, ayın geceyle buluşmasındaki gizi, gecenin tırmandığı kayalıkların sessizliğini…ama yanlış hesapladınız. her halk gibi yanlışınızı kutsadınız. çizmelerinizden tüten buhardan anlaşılıyordu az önce aşağıdan geldiğiniz. gerçi elleriniz derinlikten yapılmıştı. zaman zaman boşlukta kaybolup gitmeleri bundandı. pişmanlık içinde dönüp gelmeleri de. çarşıdaki dükkanların tentelerinden sızan yağmura benziyordu alınlarınızdaki ter. ayrılık kokuyordunuz. umulmadık bir zaman. bahçedeki taşların yuvası. salyangozun yolu. kök.
deyin ki: beklenen bir yolcunun gecikmesiyle kaygıya dönüşmüş mutluluk mu yüzümüzdeki? sıcak bir ekmek taşıyan el gibi acıya katlanmaktan hoşnut bir ses mi kulaklarımızdaki? sokaklarımızı diklemesine kesen akşam ışıkları içinde geçip giden yağmur mu? yoksa sorulmuş bir sorunun yanlış karşılığı mı bu kimsenin ilgilenmediği adamların söyledikleri? kuş ve çiçek resimleri çizmek için gerilmiş kumaş gibi, nereye kadar açacağız avuçlarımızı?
biz size matematiği verdik.
hesaplayın ve bilin.
V.
yola çıkarken kapattığın kapının kederini unutma. evden uzaklaşırken, arkandan bakakalan pencerelerin sessizliğini de. tekrar düşün, her şeyi aldın mı yanına? vazodaki kurumuş nergislerin geçmişini, sokağa uzanmış balkonun merakını, buğday vermeyi unuttuğun iki kumrunun hüznünü, halının ucuna düşen güneşte ters dönmüş terliğin çabasını, aynanın önünde açık bırakılmış tırnak makasının çaresizliğini, sabah kahvaltısında hiç dokunulmamış ayva reçeli tabağının düşkırıklığını,yves bonnefoy’nun şiirlerindeki karanlığı.
doğru, insan yola çıkarken mutlaka bir şeyleri unutur. örneğin “hoşçakal” sözcüğünün önüne eklemeyi tasarladığı sözcüğü, yolda yemek için sepetten aldığı elmayı, akşamdan bu yana mırıldandığı şarkıyı…
yola çıkarken ayrıldığın kentin adını unut. anısını asla!
X.
reddediyorum kanı. bir nehirle suçlanmayı. bu bağışlanma, aynanın tasarladığı yanlışlık olmalı. seni şimşeğin içinden çekip aldığımda, geceden artakalan ne vardı ki elimde? bir yaz günü, bir okaliptüs ağacının altında, bir kanepede can çekişen gölgeden başka! sen su verdin o demire.ayaklandırdın.gecenin örtüsünü kaldırdın ve “bakın! ” dedin, “ o şey yok, o beklediğiniz delta, ölünün masum yüzündeki adlandırılmamış yol, bakırın soluğu, boşuna beklemeyin, yok! ” dedin.
reddediyorum köklerin sessizliğini. hayır, o ben değilim! onların ruhlarının işlediği cinayetin kalıntıları. halatlar, sargı bezleri, enjektörler arasından görülen bir sokak kesiti. kim geçiyor olabilir ağaçların ordan? besledikleri kötülük. mutluluk korkusu. uçurumlar için tuttukları raporlar.
gökyüzüyle tehdit edildiğimde, ilk sen çıktın bir adım öne. beni kayırdın güze karşı. anlamıştım, onun sen olduğunu. katledilmiş yıldızların arasından çıkıp gelenin. ateşten yapılmış bir taçla, ıssız ve soğuk ülkemin tahtına oturanın.