Andolsun temaşaya
Ve sözün başına
Ve zihinden uçuşuna güvercinin
Ki bir kelime var kafeste
Sözlerim bir parça çimenlik gibi açıktı
Bin dedim onlara:
Dergahınızın yanında bir güneş var
Açarsanız kapıyı parlar amellerinize
Ve dedim onlara:
Süs taşı yok dağlarda
Nasıl kazmada bir süs değilse maden
Yerin avucunda görünmez bir cevher var
Gözleri kamaştı parıltısıyla tüm resullerin
Cevher peşinde ölüm
Lahzaları götürün risalet otlağına
Ulağın ayak sesiyle müjde verdim onlara
Ve günün yakınlığıyla, rengin artışıyla
Kırmızı gülün tınısıyla kaba sözlerin çiti ardından.
Ve dedim onlara:
Kim bir bahçe görürse tahtanın hafızasında
Ebedî, coşku ormanının esintisinde kalacaktır yüzü
Kim dost olursa hava kuşuyla
Düşü olacak dünyanın en huzurlu düşü
Zamanın parmak ucundan ışık toplayan
Açar âh ile pencerelerin düğümünü
Bir söğüt altındaydık.
Bir yaprak kopardım üstümdeki daldan dedim:
Açın gözünüzü bundan iyi âyet mi istiyorsunuz?
İşitiyordum konuşuyorlardı aralarında:
Seher bilir, seher!
Her dağın başında bir resul gördüler
İnkâr bulutunu omuzladılar
İndirdik rüzgarı
Uçursun başlarından şapkayı diye
Evleri krizantem yaprağıydı
Bağladık gözlerini
Ellerini yetirmedik akıl dalının ucuna
Ceplerini âdetle doldurduk
Bulandırdık düşlerini aynaların yolculuk sesiyle