Kum kum bir uykusuzluk, bekler silah elde
Donmuşken yıldız ışıkları mavi cam gecede,
Yarıda koyduğu çorba tüter sıcacık buğulu
Tüy tüy düşü yatakların yeşil pirinç kokulu
Yurt tutmuş artık dağları, acıyı, açlığı, karı
Vuruşur en ustura bilinciyle çağının
Mavi kurtuluş için en kara düşmana karşı…
Ve bir gün papatyalarda yansır artık son gülüşü
Ve ölümü ölümsüzleştirir toprağı ısıtan kanı.
Ay aydınlığında başak gibi biçilen
Gencecikler adına yaşamadan utanç.
Üstüne gün doğmaz hiç, bütün bir yaşam boyu
Tanrıya ilk yakaran, doğayı ilk selamlayandır.
Bilir kendincek tohumun, mevsimlerin dilini
İşler kurak toprağı, yaba elleriyle işler
Bilmez ama çizmeyi yazgısını onlarla.
Gece, koyu bir karaltı gibi yığılır yatağa
Sızar tırnak uçlarından kirli sarı yorgunluğu.
Yine bir açlık üstüne kapanır göz kapakları
Yine eski sokaklar gibi dökük ve acılı.
Bin emekle bir lokmacık yiyemeyenlerin önünde
Bizi taşıyamayan gölgemizden utanç.
Kapar kudurgan dalgalar tekneyle balıkçıyı
Deniz açlığın dilinden anlamaz ki…
Kimi ekinde ölür, yapıda, kömürde kimi
Bir salgın, bir çırpıda götürür yüzbinleri.
Tam çiçeğe duracakken mutluluk
Göveren her umudu bir savaş biçer gider.
Yanık ezgilerde artık yansır yaz akşamları
Sıcak bir öpücüğü yarıda kesmiş yüzler.
Bunca kan, bunca açlık, bunca kıyımdan sonra
Göğe yakarılarla uzanan ellerden utanç.
Firavun arabalarına koşulan bir kısrak gibi
Çekiç başlı, atlas tenli, yay göğüslü.
Kıralotu gibi bir yiğide akmalı düşü
Bir kötünün koynuna gömer oysa gecesini.
Silinir gölge gölge o dört sürem gülüşü
Yirmisinde yaşlanır daha dünün gelini.
Ve boşalır bir çürük ceviz gibi yüreği.
Göğsü, erken söndürülmüş bir yangın yeri gibi
Bir dal genç kız adına, dallardan utanç.
Direnmeler-1973