Seyit Rıza ve Dersim’e
Dün burada
Yaşlı bir adam
Bir şapka istedi.
Sabah vakitsiz
Ve erkendi.
İnce elleri
Ve yitirdiği görkem için
Tarihte yerini alacak olan.
Kim kaybedecek belli değil
Hangi mağarada
Hangi meraklı gözler?
Ve açlık
Bir bilinç gibi
Hiç unutturmayan kendini.
Dün burada bizden çalınmış
Bir gizi fark ettim
El ele ölüme giden
Bir baba ve oğul.
‘Oğlumu benden önce almayın’ diyen
Yaşlı bir adamın bakışları
Karanlıkta
Vicdan gibi.
Şimdi buradayım
Dağların yüzü gülüyor
Yankılanıyor dağların yüzü.
Ve sen
Geride bir oğul bırakmışsın.
Bel çizgisi ince
Parmakları uzun.
Dağların yüzü kederde.
Dün burada
Beyaz eteklerin
Ve şık tayyörlerin
Cumhuriyetinde
Namlular
Medeniyeti gösterdi.
Köprüler kurulmuş evet
Ve Milli Şef teftişte.
Öyle ya
Geleceğin ülkesi
Sağlam olmalı
Ama gerçeksiz.
Dün burada
Yaşlı bir adamın
Bomboş bir meydana
Kederli gözlerle
Baktığını gördüm.
‘Evlad-ı Kerbela’ya’ seslenişi
Bir farın ışığında büyürken
Yürek gibi inip kalkan yeryüzü.
Dün burada
Dağların anahtarı olan
Bir oğulun
Tarihin derinlerinde
Nasıl parladığını gördüm
Uzakları gösteriyor bir el
Yerine ne kurulacaksa
Hangi tokluk silecekse geçmişi
Ama geçmiş kalır
Ve ertelenen gelir
Bir baba ile oğulun
El ele ölüme gittiği an
Dünyada hep ilk kezmiş gibi
Yaşanır.
Eylül 2009, İstanbul