Mahir’e ve Merve Ceren’e
“Bir ‘Uludere Destanı’ yok mu tezgâhta, ağbi? ”
diye soruyorlar e-mektuplarında bu iki dostum.
Ve uyandırıyorlar, uyuyan közlerimi.
Bir ‘Uludere Irmağı’, evet, neden olmasın?
Allah’ın ırmaklarından biri,
‘Şiirin ve Cazın Irmakların’dan biri?
Diye soruyorum ben de kendime
Ve o otuz dört Kürdün Rabbine,
Uludere’de kana boyanan otuz dört dereciğin…
Ve Uludere’de Allahın göklerini bombalarla yırtarak
Allah’ı seven Kürtlerin başlarına yıkan tağut’a
Söylenecek söz bulmak için
Kendi küllerini karıştıran bu şairin Rabbine;
Kendisine Kürt mü, Türk mü, Ermeni mi,
Olduğunu sorana elinin tersini gösteren Allah’a,
Yani herkesin ve her çağın Rabbine, soruyorum,
Yazdığı kıssalar arasında, Bir de ‘Uludere Kıssası’,
‘Düşünenlerin, düşünüp ders çıkaracağı’
Bir Uludere Destanı, niye olmasın, niye?
‘Uludere’ için bir destan yazmak,
Uludere’nin oralardan geçen bir dere olmak,
Otların, taşların arasına saçılan kanı yuyup yıkamak,
Zamanın orasına, burasına sıçrayan,
Göğün kitaplarına, Tanrının web sayfalarına,
Tanrının Kâinatı doldurup taşan
Albümlerine, doğaçlama kayıtlarına,
Ve insanın suratına, alnının ortasına,
Ruhunun haritasına
Sıçrayan kanı yumak yıkamak…
Uludere de, orada, toza toprağa saçılan kaderleri,
Yazılmamış repliklerini, Kürt Hamletlerin,
Kürt Faustların ve Kürt Selim Işık’ların;
Kıyılan çocukluklarını, yeniyetmeliklerini,
Ve Dicle kıyısındaki kuzu melemelerini
toplamak o derenin sularına,
Ve bir yeryüzü dolusu gençliği
Ve gençliğin ölümlü tanrısallığını…
‘Uludere’ için bir destan yazmak, bir yeryüzü destanı,
Kürtçe konuşmayı bilen bir derecik olmak orada;
Kürtçe mırıldanmayı bilen ve Kürtçe susmayı…
Ve yedinci kat göğe çıkarmak havarlarını Kürt anaların,
Peygamber sessizliğini, dağ sessizliğini Kürt babaların,
Ve Diş gıcırtılarını Uludere’de kurdun, kuşun, toprağın…
Sonra çağıl çağıl zılgıtlarla dolaşmak şehirlerde,
Zihnin arka sokaklarında ve bilincin bodrumunda:
“Ulan, biz Allahın Kürdüyüz, Kürdü
Ve o’na dönüyoruz, kabul!
Peki, ya siz? Ya siz, neyi oluyorsunuz O’nun
Ve kime dönüyorsunuz? ”
Susalım şimdi ama. Ve dua edelim, dua.
Uludere’den ulu bir dere gibi geçsin dualarımız,
Yerin ve göğün bolluk ve barış çağıltılarıyla
Akan bir dere olsun sabrımız…
Ve rahmet dileyelim, bolca rahmet dileyelim,
Allahın bu uzak akrabaları için değil yalnızca,
Dicle kıyısında kaybolan kuzular için değil yalnızca,
En çok ve öncelikle dindarları ve mirasyedileri için,
Rahmeti de, gazabı da büyük olan Allah’ın…
Gücün ayartmalarına karşı iyi sınavlar vermeleri
Ve Gemiyi kaçırmamaları için, onların;
Dün Dersimlerden, Ermeni kıyımlarından,
Sivas katliamından falan, falan,
Bugün Agos’un önünden ve ‘Uludere’den geçen
Ve Nuh’un oğullarını, kızlarını
Çetin mi çetin sınavlardan geçiren büyük gemiyi…
Öyle bir sınav ki çünkü bu, gösterecek bize
Ve dosta, düşmana
Ve yeryüzünün gelecekteki halifelerine:
Yeni bir tanrı mı arıyor bu devletlüler kendilerine,
Yeni bir tanrı-sevgisi mi,
Yoksa yeni bir tanrı ve insan sevgisi mi?
18 Ocak 2012