keklik serer palazını tenha kayalıklara
uçurur korkusunu
kara diken savurur tohumunu
kurtulur korkusundan
orda bir dağ
orda bir taş
bir pınar
dağ ardında
taş ardında
pınarlı bir kara mavzer
bıyıkları kartallıda
başı yağlıklı
durur dimdik
bakar dimdik
bakar barışlı
bir güvercin pır pır eder ucunda namlusunun
‘tutam yar elinden tutam
çıkam dağlara dağlara! ‘
koçero hep
durur orda
dağlarda
ben türkçe anlatamam
o Kürtçe anlatamaz
Farsça çıkmaz doruklara
koçero hep
durur orda
dağlarda
ey elleri mis kokulu sabunlarla kurtulan beyler
şimdi siz
içebilir misiniz kendi sıcak kanınızı altun taslarda
geçirebilir misiniz şu yağlı ipi
kendi güzel ellerinizle
o güzel boynunuza
ve şakıyormuşçasına kafeste kanaryanız
bakıp bakıp zindanlı akşamlara
yudumlayabilir misiniz soğutulmuş içkinizi?
dolaşıyor akşam yelinin büyücü parmakları
Çankaya’nın genç irisi kavaklarının gümüşlü yapraklarında
önce yaprak
sonra dal
sonra dallar ipil ipil
küme küme kavakları Çankaya sırtlarının
çalar gibi bir gizli piyanoda
sonsuzluğun şarkısını
ve saksıda soluk alan belki de bir camgüzeli
bir fesleğen
bir kaktüs
tutuşurken ormanlar oylum oylum
savrulurken kül ve kerpiç
rüzgarda!
ey elleri mis kokulu sabunlarla kurtulan beyler
almış kanlı gömleğini nere gider bu türkü
sarınmış kıl şalvara
nerden gelir bu ağıt?
yığdım kitapları dağ dağ
çağırdım nemrutu karanlığıma
bir kucak yeşil yoncayla geldi nemrut
öptü ıslak gözlerini aç öküzümün
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin
silah silah çatmayın o güzel kaşlarınızı
imdatlara saldırmayın
basmayın düğmelere
yürekleri hoplatmayın
güzel beyler
hanımlar
zor ve çetin bir ağıttır koçero
bir gelin ağlar onu
ben ağlayamam
bıyıkları çengel çengel
bir kardaş ağlar
acılı bir bacı ağlar
bağrı yanık bir ana
ben ağlıyamam!
ince bir ay batar gider karadağın ardında
dolanır kerpiç damı ince bir rüzgar
irkiltir bir gece kuşu
osmanlı karakollarının duvarlarını
bir elinde kanlı mendil
bir elinde kara mavzer
kimse bilmez nerde nasıl
taptaze bir
sımsıcak bir
gencecik bir ölüdür o
bir selamdır sımsıcak
varamamış dostuna
varamamış koçero
‘leb-i derya’ şu saltanat
şu konaklar şu saraylar şu köşkler
bu bereket bu bolluk
bu çılgınca hovardalık
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin!
kırk bin köyden birer kişi
göçüyor kırk bin kişi
kırk bin köyden onar kişi
göçüyor yarım milyon
ya ellişer yüzer kişi?
göçüyor milyon milyon
vatanda vatan
güzel beyler
hanımlar
kusuyor bütün köyler insanlarını
kusuyor kasabalar
baştanbaşa bütün ülke
kusuyor insanını!
bu eziklik
bu hırçınlık
güzel beyler
hanımlar
bu sınırsız tedirginlik
acaba nerede biter?
nasıl başlar acaba
şenlikli günleri bu toprakların?
bulacak bir gün elbet
yatağını bu nehir
durulup dinginleşecek
birgün elbet bu nehir
ve çocuklar oynaşacak mutlu çocuklar
anacan sularında bu mutlu nehrin!
koçero bir dağ çekirgesinin gecede irkilmesidir
bir belirsiz karanlıktan
bir belirsiz karanlığa
irkilip uçmasıdır
bir dağ çekirgesinin
bir kurdun kaçmasıdır kendi karaltısından
yamaçtan bir taşın yuvarlanması
bir pınarın durup durup akması
bir çift gözün karanlığa bakması
şimşeklerin uzak uzak çakmasıdır dağlarda
bir mavzerin yanlışlıkla patlamasıdır
bir geyiktir koçero
sekerken taştan taşa kırılmış bilekleri
tırnakları kekik nane ve menekşe kokulu
tırnakları rüzgarlı
suçsuz bir geyik
avcılar yakalarsa mezedir eti
köpekler kovalarsa diş kirasıdır
bir okul piyesidir koçero
açış konuşmalıdır ve halaylı türkülüdür
müsamere derler adına oralarda
kaymakamlı savcılı ve çavuşludur
biletlidir ve yoksullar yararınadır
festivaldir sosyetede
modada son buluşlar
en taze ilişkiler
gürültülü boşanmalar
gürültülü birleşmeler
hele bir de balesi ve operası
‘ey vatan’ aryası bir de
saygıdeğer prensesin saygıdeğer oynaşının
ardından telli sazlar
ardından yaylı sazlar
ardından vurmalılar
çekmeliler ve üfürmeliler
ardından ‘kuğu gölü’ ardından ‘fındık kıran’
hemencecik candarmalar
ve ardından ‘haydutlar’ı siller’in
köroğlu’nun narası:
‘yine de hey hey! ‘
ve ardından
çocukları gülmekten kırıp geçiren
çağdaş banka reklamları!
candarmalar geçirince kelepçeyi zinciri
bileklerine karıncanın
poz verince bir fukara karınca
en komprador basın aynalarına
aşka gelir kompütürler
aşka gelir telefonlar telsizler
ve doyum noktasına
sosyete ninni!
o zaman işte çelenk
o zaman işte tören
alkış
bando
ve rap rap
donanır bayraklarla bankalar sigortalar
ve uygunsuz işyerleri bilcümle
ve kadehler
kadehler ki ses verir yıldızlardan!
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin!
koçero bir oyundur
yazılır
yazılır
bitmez
koçero bir oyundur
oynanır
oynanır
bitmez
vurur onu jandarma
vurur onu candarma
durmadan vurur
ama o bitmez
o hep durur öyle orda
bıyıkları kartallıda
göğsü çapraz fişeklikli
gözleri beş yaşında
kolları nuh nebi’den
bir elinde kanlı mendil
bir elinde kara mavzer
pır pır eder bir güvercin
ucunda namlusunun
o hep öyle durur orda
taş ardında
rüzgarda!
muhtara sorarsanız
bizim serseri veli
marabaya sorarsanız
işini bilmemiş deli
köylüye sorarsanız
ekmeksiz garibin teki
çocuklara sorarsanız
yüce dağlar aslanı aslan koçero
kimsesize sorarsanız
hükümet bilir onu
candarmaya sorarsanız
devletin dağlarda silah çatması
vurguncuya sorarsanız
yol kesici yağmacı
soyguncuya sorarsanız
devletin acizliği
sağcıya sorarsanız
siktiret pezevengi
solcuya sorarsanız
‘ferman padişahın dağlar bizimdir’
İstanbullu inanır ki
boğazda kaşalottur
Ankaralı sanır ki
temele dinamittir
İzmirlinin düşlerinde
şaşkın köpek balığı
Antalyalı her gece
gergedan görür düşünde
Erzurum’da kol başıdır
Erzincan’da deli daysak
pir sultan yoldaşıdır Sivas’ta
bir ‘kılıcı kanlı’ Van’da
Mardin’de bir
gözü kanlı kaçakçı
ah koçero
vah koçero
koçero eyvah!
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin!
patron gazetelerinde yüksek tirajdır koçero
hükümet programlarında bir ‘nakl-i yekun’
kapitalist dış basında nobel’lik bir roman
politik sürtüşmelerde bir yılan hikayesi
diplomata sorarsanız
turistik bir serüven
kaymakama sorarsanız
‘ahval-i adiye’den
sosyeteye sorarsanız
eğlenceli bir briç
sorarsanız bezirgan filimciye
gişelik bir senaryo
sorarsanız bürokrata
Atatürk’ün gardrobuna
tükürmüş biri
hümaniste sorarsanız
Fransızca bilmeyen
montenyi’den anlamayan
mitologya tragedya
hümanizma helenizma
hiçbirinden çakmayan
bir yörüktür koçero!
ne anlar rönesanstan
ne anlar restorasyondan?
bir bazlama
bir uçkur
üç telli bir zımbırtıdır koçero!
sanki sırası mıydı dağlara tırmanmanın
demokratik tragedyayı uçuklatmanın
sanki sırası mıydı!
müfrezeler yürümüş dağ dağ
ve dere dere
kesmiş geçitleri korkunun silahları
bir tükenmez sermayedir koçero
haksız yönetimlere!
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin
silah silah çatmayın o güzel kaşlarınızı
koşturmayın şifreleri
telefonları
basar gibi tuz yarama
basmayın düğmelere
yürekleri hoplatmayın
güzel beyler
hanımlar
paralar girsin diyedir kalantor kasalara
toprak sömürülsün diyedir orta çağlarda
ışıksız kalsın diyedir bir koca ülke
karanlıkta boğazlaşsın diyedir güzel yüzlü insanlar
fabrikalar işçi yesin para kussun diyedir
kıyılar yağmalansın ormanlar çiftlikleşsin
bankalar yağ bağlasın tekeller et bağlasın
holdingler palazlansın ortaklıklar göbeklensin
bu rüzgar böyle essin
bu değirmen böyle dönsün
bu çuvallar böyle dolsun diyedir
koçero’nun dağlarda medetsiz yalnızlığı!
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin
yeni değil bu hikaye
bu oyun eski oyun!
ah koçero
vah koçero
koçero eyvah!
bir akşam birdenbire bir can çıkar dağlara
bin kardaş bin acı bin ana
bin kerpiç bin harman bin açlık
bin yenge bin emmi bin dayı
bin zulüm bin acı ve bin karanlık
bir akşam birdenbire çıkar dağlara
bıyıkları terlememiş bin çocuk
bin aşık bin deli bin meczup
bin ekmeksiz bin işsiz bin suçsuz
kıl şalvar kurtlu çarık
naldöken mazı kıran derviş çatlatan
itburnu koyak gülü ahlat çalısı
bir akşam birdenbire çıkar dağlara
çökelekler yoğurtlar arpa bazlamaları
yalnayaklar gömleksizler dayanaksızlar
munzur’lar çilo’lar palandöken’ler
dersim’ler tunceli’ler bingöl’ler
tunceli’de mercan’lar ağrı bereketleri
tahtalı’lar toroslar ve binboğa’lar
bir akşam birdenbire çıkar dağlara
turistik bir gösteridir dağlara çıkmak
örneğin ağrı’lara
alpler’e sübhan’lara ant’lara
himalaya dağlarına derin asya’nın
klimancaro’nun tropik karlarına
turistik bir gösteridir dağlara çıkmak!
gel gör ki böyle yazmıyor bizim burda kitaplar
turistik diye göstermiyor dağları
turist diye vermiyor dağlara çıkanları
bir sürekli çıplaklıktır koçero
bir sürekli açlıktır
bir sürekli haksızlıktır koçero
bir sürekli itilmişlik
koçero bir vazgeçiştir
koçero bir ilgisizlik
bin yıllık yoldan gelir
üstü başı kan içinde
yorgun bir dilekçedir
bir arzuhal koçero
bir tanrı selamıdır
alınıp verilmemiş
görülmemiş bir hacettir koçero
çiğnenilip geçilmiş
ve sorulmamış
upuzun bir eyvahtır
upuzun bir pişmanlık
bir ünlemdir koçero
sığmaz okul kitaplarına
erzurum yaylasından
erzincan çukuruna
ve tecer dağlarından
harran cenderesine
bir uzun masaldır ki koçero
dağların dağlara yaslandığı yerde anlatılır
geçitlerin geçitlere küstüğü oyaklarda
benek benek anlatılır
nakış nakış anlatılır
bıçak bıçak
kurşun kurşun
ve türkü türkü!
göğsü çapraz fişeklikli
bıyıkları kan içinde bir kara mavzerdir koçero
yatar türkülerde upuzun
ağıtlarda fidan fidan
koçero
bildirir hal-u ahvalini dört mevsim tanrısına
bildirir divanına
şaşırtılmaz adaletin:
‘arkam sensin
kalam sensin
dağlar hey! ‘
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin!
koçero bir vatandır
yaşanılır boydan boya
koçero bir vatansızlık
bir dağlaşmış yalnızlıktır koçero
mavzerleşmiş bir haksızlık
yanıtsız bir dilekçe!
ben Türkçe anlatamam
o Kürtçe anlatamaz
Farsça çıkmaz doruklara!
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
kan bulaşır ellerime
ben anlatamam!