Vakit: 21 Nisan 2009 Salı 14:19
“ Bize kendinizi tanıtır mısınız” sorusuyla karşılaşınca, kendinizi tanıtma noktasında aklınıza gelen ilk cümleler neler oluyor?
Ayhan Kurt’ un şu dizesi: “ Bir iç kanama gibi sessiz ve derin.” Ahmet Murat’ ın şu dizesi de olabilir: “ Hayır, anlatamadım! ”
Çeşitli yerlerde gördüğümüz fotoğraflarınızda hep sakin bir haliniz var. Açıkçası hemen hepsinde sakin ve kötücül olmayan bir yüz sunuyor bize fotoğraflarınız. Gerçekten yapı itibariyle fotoğraflardaki gibi sakin ve munis biri misiniz?
Genellikle sakinim. Fakat işler yolunda gitmediği veya bir işi hakkıyla yapamadığım zaman, geçimsiz ve kavgacı biri olabiliyorum. Haksızlığa uğrayınca da sesim yükselebiliyor.
Bir de şu var: Ancak sevip saydığım insanların yanında kendimi güvende hissedebilirim. Yayınlanan fotoğrafların çoğu dost meclislerinde çekildiği için, “ sakin ve munis” görünüyor olabilirim.
Çocuklarınızla ilişkiniz nasıl? İyi bir şair olduğunuz kadar iyi bir baba olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Ahmet Haşim, “ Benim ömrüm bir ateşti” demiş ya; ben de “ Benim ömrüm bir çocuktu” diyorum. Buna rağmen, benden iyi bir baba çıkmamış olabilir. Fakat hanımım çok iyi bir annedir.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Biz hâlâ eski usulleri devam ettiren bir aileyiz. Köyden düzenli olarak yiyecek şeyler gelir. Daha düne kadar, çıramız bile köyden geliyordu.
Şöyle bir şey: Annem, evin bereketi kaçmasın diye çırpınır durur, çocuk aklımıza bir sürü şey sokmaya çalışırdı. Bazen yüksek sesle, bazen de bir sır veriyormuş gibi sessizce, bizi daima uyarırdı. Dünyaya bu iş için gelmiş gibi bir hali vardı.
Yüzümüzü yıkamadan mutfağa girer veya sofraya oturursak, evin bereketi kaçardı.
Küçük suyumuzu ayakta dökersek, evimize melekler girmezdi.
Yemeği sol elle yersek, yediklerimiz bize yaramazdı.
Suyu sol elle içersek, aziz olmazdı. Şifa da…
Yemeği önümüzden yemezsek, tadını alamazdık.
Yemeğe başlamadan önce besmele çekmezsek, karnımız hiç doymazdı.
Tabağımızda yemek bırakırsak ya da bir parça ekmek, bütün bunlar arkamızdan ağlardı.
Eve ayakkabılarımızla girersek, sokağın bütün kirini eve getirmiş olurduk. Tabii şeytanı da…
Namazlarımızı kılmazsak, başımızdan musibet eksik olmazdı.
Yalan söyler ya da hırsızlık yaparsak, Allah bize çok kızardı.
Evde hep böyle şeyler konuşulur ve tembihlenirdi. Bütün bu uyarıların bize ne kadar kıymetli bir altyapı kazandırdığını çok sonradan fark ettim. Buna karşılık, Sünni olduğumu Aleviler sayesinde öğrenmiş bir insandım. Orucu, namazı ve bütün incelikleri biliyor, fakat Sünni olduğumu bilmiyordum. Mesela bazı görgü kurallarının İslam’ a aykırı olduğunu daha o yaşlarda keşfetmiştim. Yemeğin sol elle yenmesi gibi…
Şimdi aynı şeyleri, hanımla birlikte çocuklarımıza uyguluyoruz.
Çocuklarınızın kitaplarla, özel olarak da şiirle alakaları var mı? Onların kitaplarla ilişkisinde herhangi bir yön tayin ediciliğiniz oluyor mu?
Bugüne kadar dört ev değiştirdik. Her daim, evin en güzel, en ferah, en manzaralı odası, çalışma odamız oldu. Kütüphane, masa vs. Çocuklarım derslerine bu odada çalıştılar, kitaplarını bu odada okudular. Dolayısıyla, daima bir kültür ortamın içinde oldular. Onları yazma değil, okuma noktasında yönlendirmeye çalışıyorum. Buna rağmen, çocuklardan iki tanesi şiir demeye başladı bile…
Peki, geçiminizi neyle sağlıyorsunuz? Şu ana kadar ne tür işlerle uğraştınız?
Gençliğimde birçok işe girip çıktım. En istikrarlı işlerim kırtasiyede çalışmak ve sergide kitap satmak olmuştur. Şimdi ise geçimimi sadece Milli Gazete’ de yazarak ve düşünce sayfası editörlüğü yaparak sağlıyorum. Bir de kitaplardan aldığım telif ücreti var.
Babam, sıklıkla “ kazancını kimseye belli etme” diye tembihte bulunurdu. Bu nasihat eşliğinde, “ Allah’ a şükür” diyelim.
Hayatımızdaki bazı ilkler bir özellik taşıdığından olsa gerek onları özenle hafızamızda muhafaza ederiz. Şiire ilk başladığınız zamanı mesela, her daim hatırlanması gerek özel bir zaman olarak hatırlıyor musunuz? Çok mahrem bir şey değilse bizimle paylaşmanızı isteriz?
İlkokul beşinci sınıftayken, öğretmenimiz herkese bir kelime verip “ bunların şiirini yazın” demişti. Bana kedi düştü. Oturdum, yazdım. Şiirimi okuyan öğretmen “ bunu sen yazmış olamazsın” dedi ve yeni bir kelime daha verdi: Soba.
Soba başlıklı şiirim, kediye nazaran daha zayıf olmuştu. Sobayı okudu ve “ gördün mü, bak” diyerek, bana imalı bir bakış fırlattı. O an, kötü bir şey yapmışım gibi çok utandım. Tabii bunlar, tatlı bir hatıradan başka bir şey değil.
İlk şiirim 1988 yılında, Kâğıthane’ deki mahalli bir gazetede yayınlandı. 1970 doğumluyum. Yani ben, şiir yayınlayarak reşit olmuş bir insanım.
En güzel hatıram ise Türk Edebiyatı dergisiyle ilgili. 1989 yılında, uzunca bir mektup eşliğinde, rahmetli Ahmet Kabaklı’ ya 114 tane şiir göndermiştim. “ Bunları kitap olarak yayınlayın, bir ara telifimi almaya gelirim” vs şeklinde bir mektuptu o. Tabii cevap gelmedi. İnşallah mektubu ve şiirleri imha etmişlerdir.
İlk kitabınız yayınlanıp kitabı elinize aldığınızda ne tür duygular yaşadınız?
Üç Köpük’ teki şiirleri yazmak için masaya oturduğumda 62 kiloydum ve vücut geliştirme çalışıyordum. Kitabı bitirip masadan kalktığımda ise 48 kiloya düşmüştüm. Buna rağmen, uzun süre, bir kitabım olduğu fikrine alışamadım. Ancak önemli isimlerden kitapla ilgili olumlu yazılar gelmeye başlayınca, “ Evet, İbrahim Tenekeci galiba benim” demeye başladım.
Bazen aynı anda birçok dergide isminize rastlamak mümkün. İşin içinde bir de gazete yazıları var. Bu durum, sizin velut bir şair olduğunuzu gösteriyor. Bu kadar çok dergiye şiir ulaştırmak zor olmuyor mu? Bu işin üstesinden nasıl geliyorsunuz, doğrusu merak ediyoruz?
“ Birçok dergi” tanımlamanıza katıldığım söylenemez. Genellikle iki dergide yazarım ve bu dergilerden biri, birincisi daima Dergâh’ tır.
Yirmi beş yıldır şiir yazıyor ve yirmi iki yıla yakın bir zamandır şiir yayımlıyorum. Yürürken cebimde, yatarken başucumda sürekli kâğıt-kalem var. Her gün mutlaka üç, bazen dört-beş saat şiir çalışırım. İyi bir şiirsel hava yakaladığım zamanlarda işe bile gitmem. Şiirin dışındaki her şeyi ek iş olarak görüyorum. Buna rağmen, fazla bir şiirim olduğu söylenemez. Sorunuz üzerine oturup saydım. Son baskılara göre Üç Köpük’ te 22, Peltek Vaiz’ de 18, Güzellik Uykusu’ nda 21, Giderken Söylenmiştir’ de 20, Ağır Misafir’ de 38 şiir var. Ağır Misafir’ den, yani Eylül 2008′ den sonra iki şiir yayımladım: Dergâh’ ta ve Mustafa Aydoğan yönetimindeki Edebiyat Ortamı’ nda. Bunları da eklersek, toplam 121 şiirim var. (Artı beş, eksi beş) .
22 yıldır şiir yayımlayan biri olarak hesaplarsam, 2 ayda 1 şiir ancak bitirebiliyorum. Buna “ velut” olmak denilirse, evet, velut bir şairim.
Şimdiye kadar yayınlanmış olan onun üzerinde kitabınız var. Bunların içinde Dergâh şiir, yazı ve hikâye güldesteleri ve bir antoloji de mevcut. Bu kadar yayınlanmış kitap, dönüp arkanıza baktığınızda size neler düşündürüyor?
Her kitabın ayrı bir serüveni, her serüvenin kendine göre zorlukları var. Mesela Peltek Vaiz’ deki şiirleri yazarken, Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ nde ölümle pençeleşiyordum. Dolayısıyla bu kitaptaki şiirlerin bir kısmı bana göre dertli, bir başkasına göre arabesk olabilir. Önemli olan, eserlerimize bizden sonra ne olacağı, onların nasıl bir karşılık bulacağıdır.
Geçen gün elime Yeditepe Yayınları’ ndan çıkan bir şiir kitabı geçti. Hep Aşk adını taşıyan bu kitap, 1982 yılında yayınlanmış. Sahibi Işık Yavuz. Arka kapakta, üç önemli şairin kitapla ilgili görüşleri var: Edip Cansever, Cemal Süreya ve Turgut Uyar. Bu büyük desteğe rağmen, işte, bugün böyle bir şairi göremiyoruz. Onca ilgime, merakıma rağmen, ismini bile ilk defa duydum.
Bizler hayattayken, belirleyici olan sadece eserimiz olmayabiliyor. Kişisel ilişkiler, beceriler, imkânlar, hırslar vs. Ama öldükten sonra bunların hiçbiri kalmıyor ve eser, tek başına okuyucunun, edebiyat dünyasının karşısına çıkıyor. Neyin ne olduğu, yazdığınız şeyin neye karşılık geldiği, işte o zaman daha iyi görülüyor. Bir bakıyorsunuz, kocaman bir külliyattan geriye bir sayfa bile kalmamış.
İnşallah uzun ömürlü eserlere imza atmışızdır.
Yazmaya niyetlendiğiniz başkaca şeyler var mı sırada? Mesela, sizden gelecek yeni bir şiir kitabıyla heyecanlanmaya başlayalım mı?
Elli yaşına doğru şiirsel güç azalmaya başlıyor. Bunu kimi şair kabul ediyor, kimi etmiyor. Allah ömür ve ilham verirse, on yıl içinde iki şiir kitabı daha tamamlamayı ve sonra deneme sahasında eserler vermeyi düşünüyorum. Sözgelimi on beş yıldır Mustafa Kutlu, Ezel Erverdi, İsmail Kara, İsmet Özel, Hüsrev Hatemi gibi kıymetli isimler hakkında notlar alıyor, belgeler topluyorum. Yine, içinden geçtiğimiz günleri ve ilişkileri kayıt altına alıyorum. Allah’ ın izniyle, elli yaşından sonra, bunlar birer ikişer gün yüzüne çıkacak.
Bir ara Milli Gazete’ de Anadolu’ da yaptığınız geziler hakkında yazılar yayınlıyordunuz. Keyifle de okuyorduk. Bu geziler sonrasında Anadolu denilen zenginlik sizde nasıl bir izlenim oluşturdu?
Gezi yazılarını kitap olarak tasarlamıştım. Adı “ Şimdi Uzaklardasın” veya “ Geçtim Dünya Üzerinden” olacaktı. Bu projem sıcaklığını hâlâ koruyor.
Kafamdaki şey, Osmanlı’ nın doğduğu ve ilk adımlarını attığı yerleri güzelce gezip yazılar kaleme almaktı. Nitekim Söğüt, Domaniç, İznik, Geyve, Taraklı, Göynük gibi birçok yeri köylerine, yaylalarına varana kadar gezdim. Öyle köyler, öyle manzaralar gördüm ki, kaç kere gözlerim doldu, hatırlamıyorum. Bu gezilerin bir diğer amacı da, “ yeşile ve suya bakmak sünnettir” nasihatinin gereğini yerine getirmekti. Yani şehir hayatında bunalan ruhlarımızı dinlendirmek, ferahlatmak… Bu geziler sırasında, sadece yazılar değil, içime sinen pastoral ve lirik şiirler de yazdım. İnşallah devamı gelir.
İşin güzel tarafı şu: Bir yandan Anadolu’ nun Şarkikaraağaç, Kadınhanı, Gelendost gibi küçük kasabalarına, ilçelerine gitmek için can atıyorum; bir yandan da Avrupa’ dan gelen gezi ve etkinlik tekliflerini geri çeviriyorum. En son, Berlin, Paris ve Viyana’ ya gitmedim.
Gazetedeki köşe yazılarından bir kitap oluşturmayı düşünüyor musunuz?
Son Düzlük, gazete ve dergi yazılarından oluşan bir kitaptı. Yine yazılar birikiyor. Belki bu sene, eylül ayında, yazılardan bir kısmını kitaplaştırabilirim. Asıl niyetim ise Cevap Hakkı başlığı altında, söyleşilerimi kitaplaştırmak.
Mustafa Kutlu’ yla bir yakınlığınızın olduğunu biliyoruz. Mustafa Kutlu gibi bir değerin yanında olmak, sürekli “ Dergâh” ında bulunmak nasıl bir şey? Bu durum, sizi sürekli bir tetikte durma haline sokmuyor mu? Örneğin ben olsam büyük tedirginlik duyardım. Şu anlamda tedirginlik; böyle güzel bir insanın yanında pot kırmak, ufak tefek hatalar yapmak anlamında bir tedirginlik yaşardım? Sizde de böyle bir hal oluyor mu?
Bizde sevgide serbestlik, saygıda mecburiyet vardır. İsmet Özel’ le karşılaştığım 1989 yılında da, Dergâh dergisinden içeriye ilk adımımı attığım 1993 yılında da, bu sözün ne anlama geldiğini iyi biliyordum.
Mustafa Kutlu hocamın, Ezel Erverdi ve İsmail Kara ağabeylerimin yanında sadece edebiyat değil, ahlak da tahsil ettim. Bu ahlak, beraberinde titizliği de getiriyor. Sadece şiir yazarken değil; konuşurken, oturup kalkarken, iş yaparken de titiz olmanız icap ediyor. Ayrıca ilişkilerinizde, yaşantınızın tüm anında…
Bir muhitin içinde olmak, bir büyüğünüzle usta-çırak ilişkisine girmek, insana bazı mesuliyetler yüklüyor. Mesela birçok yanlıştan ya da fevri davranıştan, Mustafa Kutlu hocamın sayesinde dönmüşümdür. “ Ya onun kulağına giderse” korkusu veya çekincesi, beni birçok yanlış işten çevirmiştir. Allah’ a şükür.
Ömrümün hatırı sayılır bir kısmını Mustafa Kutlu hocamın yayında geçirdim. Buna rağmen, karşısında kusursuz bir cümle kurabilmiş değilim. Bu durum, “ tedirginlik” sorusunun ne kadar cevabı olur, bilemem.
Bize Türk şiiri için birkaç önemli isim söyler misiniz?
Bende şairler değil, şiirler vardır. Ziya Osman’ dan Osman Konuk’ a kadar onlarca şairin şiiri… Seçilmiş Şiirler Antolojisi’ nde bunun ipuçlarını az da olsa vermeye çalıştım.
Özel uğraş olarak edebiyat harici bir şeylerle uğraşıyor musunuz?
Evet, hobi olarak ilgilendiğim bazı şeyler var. Koleksiyonlarımı ve çiçek merakımı saymazsak, mesela Türk edebiyatında bazı dönemlerin kitaplarını tamamlamaya çalışıyorum. Bir de konuyla ilgili mektup, fotoğraf falan bulursam, ne ala. Böyle şeyler, beni ziyadesiyle dinlendiriyor. Bir yere kaçma, kafayı dinleme ihtiyacı hissedersem, hemen odama sığınıyorum.
Sizin için çok önemli olan üç kitap hangileridir desek, neler söylersiniz?
Turgut Uyar’ ın Dünyanın En Güzel Arabistan’ ı, Ece Ayhan’ ın Kınar Hanımın Denizleri ve Dağlarca’ nın Çocuk ve Allah’ ı. Çünkü kütüphanemde bunların birinci baskıları yok. Bulunacak gibi de görünmüyorlar.
Genel olarak şiir, sanat, edebiyatla uğraşan gençlerin meylini nasıl buluyorsunuz? Gençler arasında şiir ve edebiyatın geleceği adına bir ışık, bir önem atfeden isimler var mı sizce?
Pul koleksiyonculuğunda büyük bir düşüş var. Çünkü yeni nesil mektubu, dolayısıyla pulu görmeden büyüyor. Telefon ve internet oldukça yaygın; mektup yazmıyor, e-mail ya da mesaj atıyor.
Edebiyatta da sanki böyle bir durum var. Ders kitaplarını saymazsak, gençlerimizin önemli bir kısmı edebiyat kitabı ve dergisi görmeden büyüyor. Tabii bunun da edebiyata yansıması olumsuz oluyor. Bu ve buna benzer onca olumsuzluğa rağmen, birçok yetenekli genç var. Onları büyük bir dikkat ve rikkatle izliyorum.
Sizi takip eden, örnek alan gençler için neler önerirsiniz? Neler okusunlar, ne gibi işlerle meşgul olsunlar mesela?
Genç arkadaşlarımız evvela sabırlı olmayı öğrenmeliler. Hiçbir iş “ ha” deyince olmuyor. Her işin başı sabır. Olmazsa olmazlardan biri de ahlak. Ahlakî zaafları olanların kabul görmesi, özellikle bizim camiada çok zor.
Genç arkadaşlarımız, mümkünse eğer, edebiyatın mutfağında olmaya baksınlar. Türk edebiyatında iz bırakmış isimlerin ezici çoğunluğu, edebiyatın mutfağında olmuş kimselerdir. Mehmet Akif’ ten Sezai Karakoç’ a, Cemal Süreya’ dan İsmet Özel’ e kadar. Ya dergi çıkarmışlar, ya yayınevi kurmuşlar ya da bunlara benzer işlerin bir ucundan tutmuşlar.
Bugün kayda değer işler yaparak öne çıkan isimlere bir bakın. İster sağcı olsun ister solcu, ortak özellikleri edebiyatın/matbuatın mutfağında olmalarıdır.
Genç arkadaşlara hemen bir dergi çıkarın veya yayınevi kurun demiyorum. Fikren ve ruhen kendilerine yakın gördükleri dergilerden birine dikkat kesilsinler ve o muhitin içinde yer bulmaya çalışsınlar.
Okuma bahsine gelince… Toplu okuma yapmalarını öneririm. Yani bir yazarın/şairin bir-iki kitabını değil de, bütün eserlerini okumalılar. Ayrıca, bütün eserlerini okudukları edebiyatçının, varsa eğer, sanatıyla ilgili yazılmış yazı ve kitapları da takip etmeliler. Ancak o zaman o kişiyle ilgili bir fikirleri olabilir.
Şiir okumaları yaparken, şairin sadece neyi başardığı değil, neyi başaramadığı da beni yakından ilgilendirir. Şairlerin başaramadığı, yetersiz kaldığı, tökezlediği yerleri/şeyleri/noktaları öğrenirsem; şiir yazarken daha dikkatli olabilirim.
Son olarak ne tür müzikleri dinliyorsunuz? Bir de mp3 meselesi var. Hemen herkesin boynunda bir mp3 görmek mümkün artık. Bu durum müziğin önemsenmesini değil de müziği gürültüye dönüştürmek gibi geliyor sanki bana. Siz bu duruma nasıl bakıyorsunuz? Mp3 çalar kullanıyor musunuz? İbrahim Tenekeci’ yi boynunda mp3 çalarla geziyorken görmemiz mümkün müdür?
Yakın bir tarihe kadar sürekli türkü dinliyordum: Hacı Taşan, Çekiç Ali, Muharrem Ertaş, Tenekeci Mahmut, Sabahat Akkiraz, Selda Bağcan, Abdullah Papur, Erkan Oğur, Aşık Mahsuni Şerif, Murat Çobanoğlu, Muhlis Akarsu ve bir sürü mahalli sanatçı.
Baktım ki, sevdiğim bütün türküleri ezberlemişim, ayrıca sesim de güzel, teybi ve kasetleri arkadaşlara hediye ettim.
Ağır Misafir çıkınca, Zaman gazetesi benimle bir söyleşi yaptı. Fotoğraf çekimi için Florya sahiline gittik. Hava kapalıydı. Fotoğraflarımı çeken arkadaş, arabadan bir şemsiye aldı, açtı ve elime tutuşturdu. Kurduğu kompozisyon, şemsiyenin altına sığınmış bir şairin görüntüsüydü.
“ Sigarayı bıraktırır gibi insanlara şemsiye bıraktırıyorum. Şemsiyeli bir fotoğrafım gazetenizde yayınlanırsa, ben bunu kimseye izah edemem” diyerek, şemsiyeyi geri verdim. Teknoloji karşısındaki durumum da bu. Tamam, işyerinde bilgisayar kullanıyor, internete falan giriyorum. Fakat evimde hâlâ bilgisayar yok. Nazımın geçtiği kimselere, “ teknolojiyle fazla içli dışlı olmayın, cihazlarla aranıza mesafe koyun” diye nasihat ediyorum. Hal böyleyken, Mp3 ile görülürsem eğer, ben bunu kimseye izah edemem!
Çok teşekkür ederim.”