Bunları da Okuyun

    Bıktım Böyle… Şiiri – Turgut Uyar

    29 Aralık 2021

    Gerek (Her Sabah Her Sabah) Şiiri – Dadaloğlu

    29 Aralık 2021

    Bir Ev Bir Çocuk Şiiri – Behçet Necatigil

    29 Aralık 2021

    Adı Mehmet Şiiri – Uğur Arslan

    29 Aralık 2021

    Aczimden Başka Ne Kaldı Şiiri – Nurettin Durman

    29 Aralık 2021

    Yolumuz Dar, Çarpışma Kaçınılmaz Şiiri – Gustavo Adolfo Becquer

    29 Aralık 2021

    Gırnataya On İki Kandil Şiiri – Adonis

    29 Aralık 2021

    Harf Harf Duruyorsun Alnımda Şiiri – Tozan Alkan

    29 Aralık 2021

    Prangalar Şiiri – Kemal Burkay

    29 Aralık 2021

    Sabahtan (Yine Bahar Oldu) Şiiri – Ruhsati

    29 Aralık 2021
    Facebook Twitter Instagram
    Facebook Twitter Instagram
    Şiirhane
    • Anasayfa
    • Dönemler
      • Cumhuriyet Dönemi
      • Yedi Meşaleciler
      • Fecr-i Ati Topluluğu
      • Garipçiler (1. Yeni)
      • Halk Edebiyatı
      • İkinci Yeniciler
      • Milli Edebiyat
      • Öz (Saf) Şiir Dönemi
      • Tanzimat Edebiyatı (1. Dönem)
      • Tanzimat Edebiyatı (2. Dönem)
      • Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
      • Toplumcu Gerçekçi Şiir Dönemi
      • Servet-i Fünun Edebiyatı
    • Yabancı Şairler
    • Rastgele Şiir
    • İletişim
    Şiirhane
    Anasayfa»Sabahattin Ali»Kırlangıçlar Şiiri – Sabahattin Ali

    Kırlangıçlar Şiiri – Sabahattin Ali

    Sabahattin Ali- Sabahattin Ali
    Telegram VKontakte Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaşın
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Şehrin kıyısında, ufacık bir derenin kenarında, dalları suya sarkan ihtiyar bir söğüt ağacı vardır. İlkbaharın başlangıçlarında bu söğüdün dallarına bir dişi kırlangıç gelip kondu; derenin bir başından bir başına yıldırım gibi uçan, beyaz göğüslerini suya dokundurarak şeffaf kanatlı küçük böcekleri yakalayan diğer kırlangıçlara bakmaya başladı. Başını hafif hafif sallıyordu. Derin düşüncelere daldığı belliydi.
    Söğüdün dalları hışırdadı. Bir erkek kırlangıç geldi, dişinin karşısındaki dala kondu.

    Kırlangıçlar arasında pek teklif yoktur. Uzun uzadıya takdim filan edilmeden konuşmaya başladılar ve pek az sonra da ahbap oldular.

    Evvela havadan, sudan bahsedildi. (İki kişi birbirlerini yeni tanıdıkları zaman havadan sudan bahsetmek adettir.) Fakat biraz sonra erkek bir iki dal ileri geldi, dişi daha az çekingen bir hal aldı.

    Muhabbeti kaynattılar.

    -Olur ya! – demeyin, iki kırlangıcın ilkbaharda, herkes dört tarafa koşup çalışırken bir söğüt dalında oturup yarenlik etmeleri gündelik işlerden değildir.

    Bizim kırlangıçların ikisi de antika mahluklardı, yani öteki kırlangıçlara benzemiyorlardı. (Başkalarına benzemeyenlere antika derler.) Evvela dişi kırlangıç lafı derin tarafından açtı:

    -Siz hiç çalışmıyorsunuz? –

    Başka bir kırlangıç olsaydı hemen: -Ya siz neden burada oturuyorsunuz? – diye ikinci bir sorguya kalkışırdı. Fakat bizimki derin derin içini çekti ve sustu.

    Ve dişi onun söylediği şeyleri anlıyormuş gibi başını salladı ve gözlerini aşağıda şıpırtıyla akan suya dikti.

    Bir müddet daha sustular. Erkek birdenbire gözlerini dişiye dikerek söze başladı:

    -Bakınız şunlara…- Ve aşağıda birbirini çaprazlayarak uçan ve dokuma tezgahının mekiklerine benzeyen kırlangıçları gösterdi. -Bakınız şunlara… Sabah akşam demeden, yaz kış demeden çalışıyorlar. Ben bunlara çok kere sordum: Neden böyle durmadan uğraşıyorsunuz, dedim, cevap vermediler. Omuzlarını silkip yanımdan uzaklaştılar.-

    Dişi:

    -Birbirimize sen diye hitap etsek nasıl olur? – dedi. Erkek okkalı sözlerine cevap olmayan bu lafı beklememekle beraber, bu tekliften hoşlandı ve tekrar başladı:

    -Adeta utanıyorum…- dedi, -Bütün kuşları sıraya dizseler biz herhalde sonuncu gelmeyiz. Kılığımız, kıyafetimiz düzgündür. Aklımız, şu sabahtan akşama kadar avaz avaz bağıran bülbülden herhalde üstündür. Kanadımızı bir vursak en hızlı güvercinden daha çok yol alırız. Halbuki bütün kuşların en zavallısı bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile üç günlük ömrünü keyifle geçiriyor da, biz, arasından uçtuğumuz ağaçları bile fark etmiyoruz.

    Biraz durdu, dişiye doğru yandan bir göz attı:

    -Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: ‘Dünyada neler gördünüz? ’ dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…-

    Dişi, gözlerinin içi buğulanarak:

    -Ah- dedi, -tıpkı benim gibi düşünüyorsun.-

    Erkek cevap verdi:

    -Zaten seni burada tek başına görünce benim gibi düşündüğünü anlamıştım. Doğru değil mi ama? Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz? –

    Dişi tasdik eder gibi başını salladı:

    -Etrafımıza göz gezdirince- dedi, -ben de senin gibi, dört tarafa koşan kırlangıçlardan başka bir şey görmüyorum. Ben de bunlardan mıyım, diyorum, sonra da bunlardan değilim galiba, diyorum. Onlar da beni pek istemiyorlar. Ne yapayım, burada oturup etrafa bakıyorum. Siz de, şey, sen de gelmesen böyle yapayalnız bu yazı geçirecektim.-

    Akşama doğru lafları daha derinleştirdiler… Sonra ayrıldılar. Ve her gün buluşmaya başladılar.

    Aman yarabbi, neler konuşmuyorlardı! .. Eğer kırlangıçlarda kitap yazmak adet olsaydı, bunların yazacakları kitaplar muhakkak ki üniversitelerde okutulurdu.

    Gitgide birbirlerine daha çok alıştılar. Çok kere dişi daha evvel gelir, gözlerini suya dikerek erkeği beklerdi.

    Bir gün çiçeklerden, bir gün yıldızlardan, bir gün öteki kırlangıçlardan bahsederlerdi. Hep düşünceleri birbirine uygundu.

    Yalnız her ikisinin de içinde gizliden gizliye büyüyen bir korku vardı: Bir gün gelip ayrılmak korkusu.

    Hiçbirisi bu korkusunu ötekine söylemeye cesaret edemiyordu. Kim bilir, belki öbürünün yanlış anlayacağından çekiniyordu. (Çünkü içten duyulan şeyler hep yanlış anlaşılır.)

    İçlerinde bu ayrılık korkusu büyüdükçe bunu münasip bir şekilde diğerine söylemek için düşünmeye başladılar.

    Mesela:

    -Hiç ayrılmayalım, olmaz mı? – demek vardı, fakat bu pek geniş manalı ve müphemdi. Nasıl ayrılmayalım? .

    -Bir yuva kuralım! – deseler, bu da pek bayağı kaçacaktı. Hem o zaman başka kırlangıçlara benzeyeceklerini sanıyorlardı.

    Dünyanın geçiciliğinden, gökyüzünün sonsuzluğundan, sulardan ve diğer kuşların yaşayışlarından bahsederlerken, gözleri birbirine hasretle bakar ve: -Birbirimizden nasıl ayrılacağız? – demek isterlerdi.

    Tesadüfün pek merhametli olmadığını ve birbirine böyle yakın olanları bir ikinci defa karşı karşıya getirmediğini biliyorlardı. Fakat konuştukları dil, diğer kırlangıçların diliydi ve bu dilde, söylemek istedikleri şeyleri söylemekten utanıyorlardı. Bu dil, onların içindeki şeylere uygun değildi.

    Yavaş yavaş gözlerine ve bakışlarına bir gamlılık çöktü. Dostluktan filan bahsederken, sesleri titriyor gibiydi; yahut onlar böyle zannediyorlardı. Fakat böyle zamanlarda hemen birinden biri, bir kahkaha atar ve işi alaya bozardı: İçi burkulduğu halde… Nihayet günün birinde ikisi de bunun böyle sürüp gidemeyeceğini anladılar. İkisi de birbirlerine açılmaya karar verdiler.

    Sabahleyin karşı karşıya gelince dişi söylemek istediği şeyleri gözleriyle anlatmak istedi. Tam bu sırada, üzerinde oturdukları söğütten sarı bir yaprak koptu, iki tarafa sallanarak aralarından geçti ve dişinin en manalı baktığı zamanda gözlerinin önünü kapattı.

    Erkek bu bakışı göremedi.

    Fakat her ikisi de sarı yaprağı gördüler.

    Erkek ağzını açtı:

    -Senden hiç ayrılmak istemiyorum…- demek üzereydi ki, buvvv diye soğuk bir rüzgar esti…

    Dişi, erkeğin sözlerini işitemedi.

    Fakat her ikisi soğuk rüzgarın sesini duydular.

    Birbirlerinin gözlerine baktılar; artık yuva kurmak zamanının geçtiğini, sonbaharın geldiğini, ayrılacaklarını anladılar.

    İkisi de içini çekti.

    Tepelerinden birçok kırlangıçlar geçti: Sıcak yerlere dönüyorlardı.

    Ayrıldılar… Ve bir daha birbirlerini görmediler.

    Fakat ikisi de küçük derenin kenarındaki söğüdü ve orada geçirdikleri güzel ilkbaharı ve yazı unutmadılar.

    Ve ikisi de, böyle bir yaz geçirmemiş olan diğer kırlangıçlara tepeden baktılar… (Çünkü azlıkta kalanlar çok olanlara nedense tepeden bakarlar.)

    Kırlangıçlar Şiiri - Sabahattin Ali Kırlangıçlar Şiiri - Sabahattin Ali şiiri Sabahattin Ali şiirleri
    Paylaşın Telegram VKontakte Facebook Twitter Tumblr WhatsApp

    Yazarın Diğer Şiirleri

    Üzüntülüydüm Şiiri – Sabahattin Ali

    Kurbağanın Seranadı Şiiri – Sabahattin Ali

    Tasavvur Şiiri – Sabahattin Ali

    Kürk Mantolu Madonna Şiiri – Sabahattin Ali

    Köprünün Geceleri Şiiri – Sabahattin Ali

    Köprüde Sabah Şiiri – Sabahattin Ali

    Bunları da Okuyun

    Öldürmeyeceksin Şiiri – Necati Cumalı

    29 Aralık 2021

    Yokluğun Her Dakika Ölüm Demek Gitme Kal Şiiri – Ümit Yaşar Oğuzcan

    28 Aralık 2021

    Yıllar Affetmez Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    28 Aralık 2021

    Ötesi Yok Şiiri – Ümit Yaşar Oğuzcan

    28 Aralık 2021
    Bizi Takip Edin
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    Çok Okunanlar
    Alper Gencer

    Ziyaret Şiiri – Alper Gencer

    Alper Gencer

    kapı çaldı, aldırmadım. tek başıma bağdaş kurmuştum. tek başına bağdaş kuran erkeklere aşık olan kadınları…

    Yukarı Doğru İnen Kepenkler Şiiri – Alper Gencer

    29 Aralık 2021

    Böcek Şiiri – Ahmet Telli

    28 Aralık 2021

    Münâcât Şiiri – Neyzen Tevfik

    29 Aralık 2021
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Şiirsiz kalmayın!

    İletişim: [email protected]

    Şiirler

    Taş Baskısı Şiiri – Cevat Çapan

    29 Aralık 2021

    Sevişken Şiiri – İsmail Uyaroğlu

    29 Aralık 2021

    Lodos Şiiri – Sadettin Kaplan

    29 Aralık 2021
    Etiketler
    Ruhsati şiirleri Agah şiirleri Karacaoğlan şiirleri Pir Sultan Abdal şiirleri Necip Fazıl Kısakürek şiirleri Aziz Mahmud Hüdayi şiirleri Abdurrahim Karakoç şiirleri Ahmet Selçuk İlkan şiirleri
    Facebook Twitter Instagram
    • Anasayfa
    • İletişim
    © 2025 Şiirhane.
    Tüm hakları edebiyatın birbirinden kıymetli şairlerine aittir.

    Aradığınız şair veya şiirden birkaç kelime yazın.